2 Aralık 2010 Perşembe

Teker teker gelin ulan!


Hayatınızın dönemlerini dizilerin her bölümde işledikleri farklı temalara benzettiğiniz olur mu hiç? Mesela hayatımın şu aşamasının ana konusu benim kişiliğimin, davranışlarımın iticiliği ve yanlışlığı. Tüm çevrem ağız birliği etmişçesine sağdan soldan iyi niyet kisvesi altında eleştirilerde bulunuyorlar. Konuşma tarzımdan tutun da giydiğim çoraplara kadar eleştiriliyorum.

Hepsi de o kadar olgun ve mükemmeller ki! “Senin iyiliğin için” başlangıç cümlesini hiç eksik etmiyorlar konuşmalarında. Söylediğim bir kelime dakikalarca yerden yere vurulup hayatımın geneline mal edilebiliyor mesela. Bak sen böyle yaptığın için kaybediyorsun, bunun için hala yalnızsın, aaa bak orda yine yanlışsın...

Söylenen herşeyi dikkate aldığım için mi bu kadar üzerime geliniyor, yoksa gerçekten çekilemeyecek bir insan mıyım bilemiyorum. Bazen durup düşünüyorum tıbbi atıktan ne farkım var, meleklerle dolu şu dünyaya yakışmıyorum ben diye.

Neden bu kadar canımı yakıyorlar? Şu hayatın bir matematiği formülü mü var ki ben bilmiyorum? Herkes  bu kadar mutlak doğrularla yaşayıp level atlarken, ben neden habire ikmale kalıyorum? Tüm dünya bana düşman ergen sendromu değil bu inanın. Tesadüf mü bilmiyorum ama etrafımdaki herkes ruhumun bir yerlerini çekiştirip duruyorlar acımasızca. Duymamazlıktan da gelemiyorum ki! Ben kulaklarımı kapattıkça, gözlerini iyice belertip ellerimi kulaklarımdan çekiyorlar tırnaklarını geçirerek. Bu kez daha yüksek sesle bağırıyorlar dudaklarını da okutup pekiştirerek. 

Aptala çeviriyorlar bazen beni. 8 yaşındaki bir çocuğun zekasına sahipmişim gibi dolanıyorum onların arasında. Anlaşılmasın diye konuşmamaya çalışıyorum özellikle, bu kez neden konuşmadığıma takıyorlar kafayı. İdiotluğumu iyice pekiştiriyorum bu kez onların gözünde.

Mantıkları nasıl çalışıyor anlayamıyorum. Çekilen bir fotoğrafla ilgili bir eleştiri yaparken mesela ben, “ hayatındaki sevgili eksikliği, seni olması gereken sanitalıktan iyice uzaklaştırıyor”  gibi bir cümle duyabiliyorum karşılığında. Yada duygusal anlamda çok sığ olduğum, bu konuda acil uzman birinden yardım almam gerektiği söylenebiliyor.

Çok fena azalıyorum. Zerrem kalana kadar devam edecek bu biliyorum. Tekrar nasıl toparlanırım, yada toparlansam neye benzerim hiçbir fikrim yok. Tek bildiğim: içimdeki şu kaçıp gitme hissinin bu kez şakasının olmadığı...

5 Kasım 2010 Cuma

Olgun adam ölgün adam!


Oldboy da Sanita’nın makus talihinin tozlu raflarında yerini aldı. Yo yoo ağlak bir yazı olmayacak korkmayın sayın okur-yazar.

• Kurban Bayramındaki  9 günlük Kaş tatili için haftalardır heyecandan dokuz doğururken ben, onun   Kaşta ol(a)mayacağını, İstanbul'a gideceğini öğrenmek inanın zerre etkilemedi beni.


• Benim için hazırlayacağı müzik cdsini hala yollamamış olmasına rağmen,  benden istediği ticari bir cd için resmen konsept kasıp, bir kutunun içine o çok sevdiği espressosundan tutun oğlunun çizim kalemi setine kadar ona dair ne biliyosam doldurup, üzerine de “İhtiyacın olan herşey Ankara’da” yazıp yollamış olmam da önemli değil gerçekten.


• Ben Kaş’tayken anlattığı planlara beni de bir anda dahil ederek  kafamı allak bullak edip, sonra laf arasında nisanda Amerika’ya, eylülde de 1 seneliğine Almanya’ya gideceğini öğrenmek de üzmedi beni gerçekten.


• Aşk için 2 ülke değiştirdim ben diyip, hala beni görmek için Ankara’ya gelmemesi de kırmadı inanın.


• Ben sana telefon açmayı unutuyorum dediği için 2 güne bir benim aramalarımla gitmeye çalışan adı neyse bu şeyin bittiğini ben aramadığım için hiç bilmeyecek ya, işte bu biraz asabımı bozuyo.

18 Ekim 2010 Pazartesi

Oldboy'a 2

Oldboy yanıma geldi, canımı çıkaracakmış gibi sarılarak, ona göre dans-bana göre hırpalama tadında bişeyler yaptı. Savurmadığı anlarda da eli mememe yada kıçıma dokunuyodu, iyice irite oldum. Ablam, müstakbel enişte ve ablamın arkadaşları pür dikkat beni izliyolardı. Tadım iyice kaçtı ve çıktım dışarı oturdum. Aa bi baktım bizim Hindu karı Oldboyu çekmiş dans ediyo. Başını Oldboy’un omzuna yaslamış, götü tam tur atıyo. Benimki de mest olmuş , karının çıplak sırtını okşasa mı, sıvazlasa mı kararsız, sallanıyo.  Benim rengim attı, ‘lan noluyo’ diye celallendim. Masada oturan arkadaşlar: ‘sakin ol, ikisi de dut gibi sarhoş baksana’ dediler. ‘Lan sıçarım sarhoşluğuna, amma genişlemiş meshebiniz, kendimi köyden gelmiş gibi hissediyorum lan’ diye kaptırıp höykürürken hindunun sevgilisi yanıma gelip, beni dansa kaldırdı. Hah dedim Oldboy, gör bak nasıl dans ediliyomuş. Adam da çakır modunda ikide bir kulağıma ‘veeriı fantastik görl’ diyip duruyodu. Bende ‘riliii’ diye sanki dünyanın en komik şeyini duymuş gibi cilveli cilveli kahkaha atıyodum. 5.sınıf türk filmlerinden fırlamış orospu ama iyi Ahu Tuğba gibiydim.

Oldboy yanıma geldi dans edelim diye. ‘Hayır sen dans etmiyosun hırpalıyosun, Racır harika dans ediyo’ diye bunu göt gibi pistte bıraktım. 2-3 danstan sonra yerime oturdum, masadakiler aferim bakışı attılar  bana. Daha işim bitmemişti. Balkan havaları çalmaya başladığında kızların hepsini içeri piste toplayıp kıvırmaya başladım. Hindu salağı da, beni de alın aranıza diye gülümseyerek yanaşıyodu. O saatten sonra ergenken izlediğim tüm Bollywood filmlerini şöyle bir tarayıp en iğrenç dans  figürlerini buldum çıkardım hafızadan. Karı kıçını tam tur attırıken ben karşısında ringaringu dansları yapıyodum ultra ciddiyetle. Bizim kızlar karınlarını tuta tuta gülüyolardı. Hindu da güldü başta, sonra ben ağaç arkasından cee hareketini yapmaya başlayınca bozulup pisti terk etti. Racır’ının yanına gidip oturdu. O dakkadan sonra kimse beni tutamazdı, Hoppa diye pistin ortasına geçip Osman Aga’da göbek atmaya başladım. Lan resmen kalp krizi geçirecektim öyle bir performans sergiledim ki.

Oldboy garip garip bana bakıyodu. Ayıplıyodu zaar, al işte tipik türk kızı diyodu içinden belki de. Neyse gecenin sonunda Hindu hatun , kabzıman kılıklı bi türkün kucağına zıplayıp, bacaklarını da adamın beline dolayınca film koptu. Bak bak dedim seninkine, Oldboy sallamıyo gibi yaptı. Godoş Racır sevgilisinin elinden tutup, bu karının ateşini nasıl söndürücem acep bakışı atarak gecenin gölgesinde kayboldu.

Bar kapandığında ben yine cin gibiydim, Oldboy ise hala balık gibi yüzüyodu. Eve geldik, yine bişeyler geveledi bu bana. ‘Ben senle sevgili olmak istiyorum, ama nasıl olcak çok zorr, sen beni bırakırsın falan filan’. Lan dedim sabaha hatırlamayacak nasıl olsa, hiçbişey demeden onun mırıldanmalarını dinledim, sarıldım yine. Huzur bir tek ona sarıldığımda sahip olduğum şeydi artık…

Ertesi sabah benim mincomdaki kist korkunç bir boyuta ulaşmıştı ve yataktan çıkıp adım atamayacak hale gelmiştim. Izdırabım korkunçtu. Günlerdir 3er 5er aldığım ağrı kesiciler ve gece de içilen alkolle ağrılarımı görmezden gelebiliyodum ama işte o sabah bambaşkaydı. İlaçlar, reikiler hiçbişeyin tesiri yoktu. Tek yapabildiğim 2 büklüm olup ağlamaktı. Sıçtığımın Kaş’ında adam gibi hastane bile yoktu. Ablam direkt tecrübe etmişti, iğne bile yaptırılmaz bunlara demişti. Ki kaldı ki benim durumum için bahsedilen cerrahi operasyon oranın şartlarına göre tamamen ütopyaydı.

Oldboy durumumun ciddiyetini kavrayamadığından mütevellit, ‘dün gece kıvıra kıvıra dans ettin bugünse ağlıyosun, bu nasıl iş  Allah allah’ diye sırıtınca, can havliyle fırlayıp, buna bağırmaya başladım. ‘Sen biliyomusun ben ne çekiyorum şu anda? Günlerdir tadımız kaçmasın diye 3er 5er ağrı kesici aldım üzerine de gebereceğimi bile bile içtim. Ben meraklı mıyım bu acıyı çekmeye? Evini bi su bastı 3 gündür anlata anlata bi hal oldun travmanı, ben bu kistle günlerdir gece gündüz yaşıyorum. Ankaradaki doktor operasyon dedi, anestezili. Sen biliyo musun bu ne demek? Ben korkuyo muyum? Acaba riski var mı  diye merak edene kadar karşıma geçmiş dalga geçiyosun’ dedim. Resmen böğürdüm. 

Telefona sarılıp hemen ablamı aradım. ‘Canım çok yanıyo , bana sen bakar mısın abla’ diye. Ablam panikledi ‘tabiî ki hemen gelip alayım seni’ dedi. Teli kapattım hıçkıra hıçkıra ağlıyodum. Oldboy ‘neden gidiyosun, ben sana bakarım, ara gelmesin ablan’ tarzı bişeyler söyledi. ‘Yok’ dedim ‘keyfini kaçırmayım daha fazla’. ‘Saçmalıyosun’ falan yaptı, baktı ikna olmuyorum, ‘o zaman ben seni bırakayım buralara kadar gelmesin ablan’ dedi. Tamam dedim.

Arabaya bindik, tek kelime etmedim. Arabadan inince baktım düz yürüyemiyorum, bi yerden destek almam lazım, ‘elimi tut’ dedim. Bi taraftan da test ettim, lan bu elele görünmek istemiyo mu diye. Tedirgin tedirgin tuttu elimi. Bu arada benim Oldboy’un talibi çok. Anlatılanlardan ve gördüklerimden biliyorum. Hatta bi gece eve bi hatun geldi bunun eski sevgilisiymiş, bildiğin daş bi ablaydı. Beni görünce bozuldu ve gitti.

Neyse altımda sümük kıvamındaki kapri eşofmanım, üşüdüğüm için üzerimden çıkarmadığım yün kazağım, ayağımdaki siyah erkek çoraplarıyla, plajdan dönenlerin yanında ultra seksi görünüyodum. Beni kapıdan bırakıp gitti. Ablam hemen yatırdı, saçımı başımı okşayıp uyuttu. Uyandığımda kistim patlamıştı, yok böyle bir rahatlama. En az 10 orgazma bedeldi inanın. Hemen duş alıp kendime geldim. Akşam olmuştu aradım bunu. ‘Patladı gel beni al’ diye.

Ertesi gün yine bol tartışmalı bir sabaha uyandım. ‘ Yok ben senle uğraşamıcam cidden’ dedim ve o an öyle bi laf etti ki sağlı sollu kroşe etkisindeydi yemin ederim. ‘ Habire ben senle yapamam, yok senle yaşamam, bana göre dilsin diyip duruyosun ama hiç benim fikrimi soruyomusun sen’ dedi. ‘O kadar bencilsin ki dünya senin etrafında dönüyo, kendine odaklanmışsın ben aslında önemli bile değilim. Hiçbirşeyimi merak etmiyosun, mesela ben müzisyenim benden piyano çalmamı bile istemedin. Buraya beni, hayatımı merak ettiğin için gelmiş olsaydın, bi parça içine dahil olmaya çalışırdın. Oysa ki sen naaptın habire redettin, habire karşı çıktın. Bak ben Amerikada IBM de program yazılımcısıydım. Altımda 15-20 kişi vardı. Bir işi bir kere söyleyip hatasız karşılık almam gerekiyodu, bunun için özel bir eğitim dahi aldım. Burdan kalma alışkanlıkla sert bir tarz edinmiş olabilirim, ama sen dediklerimden daha çok tarzıma takmış durumdasın. İşte görüyoruz, bazı şeyler istesek de rayına girmiyor’.

Hah işte şimdi sıçmıştım. Yerden göğe kadar haklıydı, ve en önemlisi bak adam beni istemiyodu bile. Dağıldım, parça parça oldum. Boynuna sarılıp ‘beni sen bırakırsan yemin ederim toparlanamam, bırak ben seni istemedim olsun. İster gurur de, ister kıt akıllılık. Ama madem istemiyosun ben böyle bileyim’ demek istedim. Yemedi yapamadım, kendimden tiksinip ağlamaya başladım. Tam maldım işte, istediği olmayınca ağlayan, yerleri tekmeleyen şımarık bi piç gibiydim. Hemen banyoya koştum yüzümü gözümü yıkayıp, iyice sümkürüp odaya gittim. Güzel bi elbise giydim, makyaj yaptım, yanına gittim. Hadi dışarı çıkalım dedim.

Adam kafayı yemişim gibi bakıyodu. ‘ Lütfen madem son gecem tadını çıkaralım, içini yeterince daraltmışım zaten böyle hatırlama beni’ dedim. ‘Peki’ dedi. ‘Votka içelim bir iki tane öyle çıkalım’ dedi. Kedi gibiydim, tamam dedim. Votka içtikçe rahatladım, bu da piyanosunun başına geçti ve bana bişeyler çalmaya başldı. Bü-yü- len-dim resmen. Keşke daha evvel çalsaydı dedim içimden. Adam beni istemediğinden mi, yoksa gerçekten mi bilmiyorum ama ben bu adama abayı yakmıştım bile.

Dışarı çıktık, elimi tuttu, ablamların bara gittik. Müstakbel enişte Oldboy’un hoşuna gider diye blues ve jazz çalmaya başladı.  Temptation çalmaya başladığında Oldboy mest olmuştu. Bu kez hırpalamadan, gerçekten sıkı sıkı sarılarak dans etti. Bir ara ablama, ‘ben sanitayı gerçekten çok sevdim’ dedi. Tanrım ağlayacaktım mutluluktan. Gece o kadar güzeldi ki. Eve doğru zikzak çizerek yürüdük, arabaya bin dedi, peki dedim. O kafayla araba kullandı, yarımadanın orda zifiri karanlık bir yere götürdü beni. Arabadan çıktık, sana bişey söylicem dedi.

Bak ben 5 sene evvel döndüm Amerika’dan, oğlum için dönmek zorunda kaldım daha doğrusu. Ve şu an tek emelim gidip orda tekrar yaşamak.Önce oğlumu Almanya’ya bi sanat okuluna yerleştircem sonra direkt Amerika. Ve ben yalnız gitmek istemiyorum. Bu şu an planlanan bişey değil, döndüğümden beri tek amacım tekrar oraya gitmekti. Tabi bu süreçte beraberliklerim oldu ve bikaç kişiye böyle bi teklifte de bulundum. Ama gördüğün üzre gerçekleşmedi. Yabancı birisiyle yaşamak istemiyorum, eski eşim Almandı, klişe ama farklı kültürler vs. olmuyo işte. Benimle yaşayacak kişiyi hiçbir şekilde mağdur etmek istemem, bunun içinde gerekli birikimi yapıyorum zaten. Olur da ben orada cartayı çekip ölür gidersem,  20 yıllık yatmış sigortam var. Hiçbir şekilde ben oralarda naaparım endişesi yaşanmayacak falan filan…

Benim halimi bi düşünsenize. Ben Kaş falan derken, gelin olmuş gidiyorsun San Fransisco’ya melodileri çalmaya başladı kafamda. Sabaha hatırlamayacaksın Oldboy , o yüzden konuşma dedim. Görürsün dedi. Ultra romantik bi şekilde sarıldık birbirimize, uzun uzun öpüştük.

Ve final günü, döneceğim gün. Sabah saçlarımı okşayarak, ‘müstakbel karım uyanmıyo muymuş hala’ dedi. Allahım dedim bu bi rüya, valla da hatırlıyo billa da hatırlıyo. Fazla coşmuş görünmemek için, birileri hergün bana karım diyomuş edasıyla gayet cool bi şekilde tebessüm ettim.

Kalktım kahve sigara ritüelimizi gerçekleştirdik, ben havalardaydım. Sarılıp sarılıp duruyodum, çenem de düşmüştü bi kere. Ha bire bişeyler anlatıyodum. 2 saat sonra falan bu, ben biraz kestircem sonra kalkıp bi yerlere yemek yemeye gidelim dedi. Tamam dedim, ben de bu arada duş alıp, süslenip, bavulumu toparladım. Saat 12 olmuştu bu hala uyuyodu. Son saatlerimdi, akşam 6buçuk otobüsüyle dönecektim ve uyumasını istemiyodum. Kasıtlı gürültü yaptım uyansın diye. Nitekim başardım da, bu kalktı miskin miskin biraz oturayım bi çay içeyim dedi. Ben bozuldum, ya hadi evde oturmayalım , dışarı çıkalım falan dedim. Sabırsızlanma, bekle işte biraz daha dedi. Ama çok açım ben dedim, ölmessin yarım saatte dedi. Sinirlenmeye başlamıştım heyhat. Ya ben gitcem senin yaptığına bak falan diye söylenirken gene ağzıma tıktı lafı. Ya bi son gündür gidiyo, stres yapma beni dedi. Yine o sert IBM tarzıyla. Ok gibi fırladım, cüzdanımı telimi kapıp doğruca kapıya seğirttim. Sen miskinlik yap, ben gidiyorum, bi ara gelir bavulumu alırım dedim. Baktı öylece, sonra da kapıyı kapattı. 

Dışarı çıktığım anda pişman olmuştum ama gurur yaptım yine. Gidip bişeyler yedim sonra bunu aradım. Gelmiyo musun yaaa diye. Ben bişeyler atıştırdım, dişim ağrıyo ağrı kesici alıp yatıcam, uyanınca ararım seni dedi. Göt gibi kaldım. Ablama gittim, onla dertleştim, it gibi pişmandım ama adam kibarca gelme demişti bile. Çaresizce ablamda bekledim, saat artık 5 olmuştu, otobüse 1,5 saat vardı ve kalktım evine gittim. Yolda da aradım özür dilerim ama eve gelmek zorundayım diye. Kapıyı açtığında buz gibi bakıyodu bana, ben de ona. Niye özür diledin dedi. Ben seni arıcam dedin ya aramadan geldim diye işte dedim. Saçmalama, ben gelme mi dedimki sana, ablanlarla zaman geçirmek istemişsin belli ki, şimdi de böyle seninle olmak istiyodum ama ben ayakları yapma dedi. Ay çıldıracaktım, adam onu it gibi sevdiğime inanmıyodu. 

Biraz münakaşa ettik sonra bu beni otogara götürdü, ama acayip soğuktu. Ayrılıklardan hoşlanmam, senden ricam olayı iyice ağırlaştırma dedi, gözlerim nemli nemli peki dedim. Aşşada yolcu kalmasın uyarısıyla buna sarıldım, kulağına seni seviyorum dedim, hiçbişey demedi. Arkama bile bakmadan otobüse bindim. Ve o da cam kenarına gelip bana bakmadı, otobüs hareket etti ben başladım hüngür sümük ağlamaya.

Sabah Ankaradaydım, direkt işe gittim. 11 gibi beni aradı merak ettim diye, çaktırmasam da hoşuma gitti. İşte böyle sayın okur-yazarlar. O buraya gelir mi?Bu iş nereye gider? Gerçekten aşık mı oldum? Hiçbi boku anlamış değilim. Ama şu an bana sarılması için varımı yoğumu verirdim o da ayrı… 

17 Ekim 2010 Pazar

Oldboy'a 1-

Kaş’tan döneli birkaç gün oldu. Kafamı toparlayıp bir türlü yazamadım gelişmeleri. Zaten durumu da hala kavramış değilim. Yazdıkça daha net görebiliyorum aslında her şeyi. O yüzden hikayeyi en baştan anlatacağım. Fazlaca yazasım olduğundan  hikayeyi 2 bölüm halinde yayınlayacağım. Bestseller olma beklentimden değil yanlış anlamayın , sizleri baymayım diye tamamen.

Oldboy’la geçirdiğim toplamda 4-5 güne baktığımda hala net bir sonuç çıkarabilmiş değilim. En az 10 kere köprüleri attım ve de yaktım. ‘Tırt çıktı bu da, uğraşamayacağım’ dedim, lakin bana her sarılışında sakinleştim, iyileştim ve şimdi görüyorum ki it gibi de özlüyorum.


Bu arada gitmeden bir gün evvel acayip bişey oldu. Yüce rebbimin bir cezası mıydı artık neydi bilemedim ama mincomda sertçene bir kitle çıktı. Gideceğim gün apartopar doktora gittim, çünkü bir gecede devasa bir hale ulaşmıştı. Doktor : ‘operasyonla alınır bu’ dedi. ‘Bu halde yola falan gidemezsin , daha da büyüyecek bu. Şanslıysan patlar, ama patlayabilmesi de nerden baksan 4-5 gününü alır . Bu arada da acıya nasıl katlanırsın bilemiyorum tabi’ dedi.

Şaka mıydı bu? Ben kendi acımı geçtim, Oldboy’un derdine düştüm. Beraber olamayacak mıydım yani? Sex olmadan aşkın varlığına inanalardan değilim, üzgünüm sayın okur-yazar. Gitmeden evvel de söyleyemedim tabi ki bunu. Yüklendim ağrı kesicileri, atladım gittim.

Hasılı akşam 19 uçağına bindim,  20’de Antalya’daydım. Oldboy’un evini su bastığı için kendisi beni karşılamaya gelemedi. Son dakikaya kadar evinde temizlik son sürat devam etti. Ayarladığı transfer şirketinin şoförü beni karşıladı. 3 saatlik kara yolumuz vardı, kalbim ağzımda inanılmaz heyecanlıydım. Yol bi uzadı bi uzadı, allahtan telefon icat edilmişti de yol boyu milletle mesajlaştım.

Gece 12’de Kaş’taydım. Evinin önünde beni bekliyodu. Arabadan inip öyle bir sarılışım vardı ki görmeliydiniz. Acımı, ağrımı tamamen unuttum.
 
Sonrası şakalar, espriler falan işte. O da beni gördüğüne seviniyodu, gözlerinin içi ışıl ışıldı valla. Ve laf arasında mincomdaki kitleyi de araya sıkıştırdım, ‘bak ben senin için ne badireler atlatıp geldim’ hesabına. Hayalkırıklığı oldu tabi, o kadarı da olur artık. Uyuyalım dedik, sarıldım. Ahtapot gibiydim resmen, adamı ciğerimin içine sokacaktım nerdeyse o derece. Hayatımın en huzurlu uykularından birini yaşadım, üstelik biriyle.

Sabah uyandığımda dünyanın en mutlu insanı bendim o anda. Evet ben bu adama it gibi aşık olacaktım, gıdıklana gıdıklana konuşmaya da başlamıştım zaten…

Hava kapalı olduğu için evde oturmaya karar verdik. Bana nefis bir tost yaptı. Adam titizlik ve düzen hastasıydı. 2 izmaritlik küllükler almıştı özellikle, hemen kaldırılıp dökülsün ev kokmasın diye. Ben de olabildiğine dağınık olunca adam haliyle sinirlenmeye ve sonrasında da sert bir ifadeyle ayar vermeye başladı. Ayakkabımı içeri çıkarmamdan tutun da bulaşık konusundaki acemiliğime kadar.

Ben de işi inada mı bindirdim nedir anlamadım, daha da rahat davranmaya başladım. Ufak ufak kaşımaya başladı. Annemle yaşadığım belli oluyomuş, ayrı şehirde de yaşamamış olmam dezavantajmış bak bıdıbıdı…. Beni eleştirdikçe ben de boş durmadım tabi. ‘Valla senle de yaşanmaz ha, insan adım atarken bile çekiniyo ne bu böyle mal ettin beni’ diye püskürtmeye çalıştım. Misal adam bilgisayarına dokunulmasından hoşlanmıyo, televizyonu açmak içinde 10bin tane kumanda kullanmak gerekiyo, sabahları bundan evvel kalktığım için elimi kolumu bağlayıp kanepede öylece oturuyodum Fatmagül gibi. Anacım manzara seyret nereye kadar.

Gergin geçirilen tüm öğle ve sonrası, olan keyfimi de alıp götürmüştü. Allahtan akşam olunca votka-tonik servisi başladı da, ben de hafiften rahatladım. Sonrasında da müzik dinlemeye başladık, bu piyanoyla eşlik etti ben de dans ettim. Çok eğlenceliydi. Diskoda aynaya bakarak dans eden rus escort dansından tutun da, Seren Serengil dansına kadar bildiğim tüm numaraları sergiledim. Namussuz, o da eğlendi bakmayın. Kendi playlistimi dinlettim, onu da beğendi.

Alkol duvarları aşıldı ve Oldboy bildiğin dut gibi sarhoş oldu, bense çakırlık aşamasındaydım hala. Ve nihayet ağzından güzel bir iki laf döküldü. Tatlısın, bak ben öyle hemen bitecek bişey istemiyorum, aşk için 2 ülke değiştirmiş adamım falan filan… Yer mi Anadolu çocuğu? Hemen ayıldım, kurcalamaya başladım. ‘ Gerçekten mi?  Benle ilgili tam olarak ne düşünüyosun?’  vari ultra sarışın sorular sordum. Ama kendisi sayın RTE gibi, ancak kendi istediklerine cevap veriyodu.Gece yine sarılma ve uyumaca tabii.

Sabah domuz modunda uyandı, bense bi gece öncenin mutluluğuyla olabildiğine yavşak sırıtışımla. Bana biraz ilişme uyumam lazım dedi. Lan yok dedim adam gece başka, gündüz başka. Peki diyip balkona manzara seyretmeye çıktım. Uyandı ama gergindi, yine laf sokmalar, didiklemeler devam etti. Akşam votka servisiyle yine sakinleşti ve gece dışarı çıkmaya karar verdik. Çıkmadan evvel 4 koca bardak votkayı yuvarladık, bu uçuşa geçmişti bile.

Ablamların bara gittik.  İçerde İngiliz bi çift vardı, hatun zırıl zırıl hinduydu ve alkol duvarlarını aştığından olabildiğine de sevgi böcüğü. Bide üzerine turist olması eklenince polyanna zigmiş gibi dolanıyodu ortalarda. Hatun 40 yıllık arkadaşıymışım gibi bana durduk yere sarılmaya, beylizinden içirmeye başladı. Ha bire çekip çekip dans ettirdi. Neyse gülerek eşlik ettim. Karı bir tulum giymiş sırt olduğu gibi meydanda, göt baş yerinde maşallah, bide kıvıra kıvıra aşağı yukarı yaylanma hareketi var ki evlere şenlik. Baktım Oldboy hatunu kesiyo, ama öyle böyle değil. Hatun da bizimkinin bakışlarıyla daha da bi coşmasın mı?


To be continued diyorum en heyecanlı yerinde. Sanita ne yapacak? Aşkı için mücadele edecek mi? Yoksa bu durumu sineye çekip köyüne geri mi dönecek? Raj Kapon'a taş çıkartacak hikayenin devamı çok yakında


Not: Foto Oldboy'un balkonundan çekilmiştir. Güzel dimi?

8 Ekim 2010 Cuma

Bugün o gün mü acaba?

Oldboy'u görmeye saatler kaldı. Lakin ne bir heyecan nede bir mutluluk var bünyede, sadece tedirginlik o kadar. 1 ay evvel ağzı kulaklarında "aşığım sanırım ülen" diye gezinen sanitadan eser kalmadı. Herşey bu kadar yolunda gittiği için mi bir bit yeniği arıyorum ortada yada gerçekten iç ses zaman kaybı, sana uygun değil dediği için mi? 


Bu huzursuzluğumu yenmeden Kaş'a gidersem eğer, hem kendime hem de ona dar ederim dünyayı adım gibi biliyorum. Fakat sabahtan beri kendi kendime verdiğim "evrenin pozitif yaşam enerjisi bir sel gibi aksın vücuduma" telkinlerim de boşa çıkıyor. 


Öyle bir şey olsun ki şu negatif, bilmiş iç sesim bi sussun!


Öyle bir şey olsun ki kendimi koruma güdüsüyle tavan yapan savunma mekanizmam onu gördüğünde çevrim dışı olsun!


Öyle bir şey olsun ki pozitif, neşe yumağı sanita bir an evvel ortaya çıksın!


Öyle bir şey olsun ki adı aşk olsun demek istiyorum İclal Aydınca...


Onu bunu boşver de şu yeryüzünde elimi ayağımı titretip, kekeletecek tek bir insan evladı var. Uzun zamandır takip ettiğim ama son dönemde artık aleni bir şekilde sağda solda dillendirdiğim bir ademoğlu işte. Onun kadar güzel sigara içeni ve sonra fırlatanı görmedim ben! Yüzünün yarısı köfte dudaklarından ibaret olan kapkara gözlü, ultra çekici bu ademoğlu sünnetsiz bir Alman. Moritz Bleibtrue( Moritz Blaybtroy olaraktan okuyunuz lütfen). Bildiniz mi kendisini? Soul Kitchen, I'm juli, Das experiment, Run lola run gibi filmlerde izlemiştik hani. 


Hah işte ben bu Moritz'i liseli ergenler gibi saf ve tertemiz sevdim. Fotolarını dönüşümlü olarak masa üstü yaptım (telefonum dahil). Yine fotolarından kolaj yapıp yedi düvele mail attım "enişteniz, yalanmayın lan" diye. 


Elemanla ilgili bilgilerin çoğu Almanca olduğu için bebek beklediği sevgilisi kimdir, nerde oturur, türk kızları hakkında ne düşünüyor gibi bilgileri öğrenemedim. Hatchipu kuzusu bu yazımı okursan eğer yüksek almanca bilginle benim için ufak çaplı bir araştırma yaparmısın please? Karşılığında 1 karton kutu big babol almassam eğer, bu İclal Aydın haller bende baki kalsın!!!



Gözünüz gönlünüz açılsın diye Moritz'imi sizlere arz ederim efenim. Salyalara dikkat!



20 Eylül 2010 Pazartesi

Bana keyboardcu değil piyanist yakışır tamam mı?



Uzun süredir bloğumla ilgilenemedim özür dilerim, beni merak eden herkese çok teşekkür ederim klişelerinden ölesiye midem bulanıyor. Bu ne samimiyetsiz samimiyet halleri allasen, niye özür dileyeceksin abicim? Kitleler kapına dayanıp “Sanita allasen iki kelime yaz da kanayan yüreklerimize bir parça su serp” mi diyor? Onu bunu boşver, ben ölsem hanginizin haberi olacak? Gerçekten lan, buna taktım kafayı . Ben ölürsem bir fatiha okuyan bile çıkamayacak mı  aranızdan? Ben size herşeyimi açıyorum oysa ki! Şöhretin bedeli hep yalnızlık mıdır arkadaş?

Sizlere kırgınlığımın dışa vurumunun ardından geçelim gündemdeki sıcak gelişmelere. Sanita aşık oldu yetişin komşular.

Bayram öncesi ve bayram süreci boyunca ben yine Kaş’taydım. Beyzademle orada tanıştım. Ona Oldboy diyelim olur mu? Kendisi benden 17 yaş kadar büyük. Müzisyen, hemde kuyruklu piyanosu var. Tarz sahibi, hiperaktif, enerji yumağı bir insan.

Dönmeden bir gece evvel tanıştım zatla. Ertesi gün de tüm gün beraberdik. Adamdan öyle etkilendim ki konuşurken gıdıklanıyormuş gibi çıkıyordu sesim. Yüzümdeki o yavşak gülümsemeyi anlatmıyorum bile. Oldboy’umun küçük bir alkol problemi var. Millete göre alkolik, ona göreyse içtiği miktar tatmin edici kesinlikle. Ablam duysa oyar, annem duysa fenalaşır, kardeşim duysa o en olgun ve sahte tebessümüyle “ah yazık” diye dinler. Bir tek arkadaşlarım destekçim.

Döndüğümden beri eskort kızlar gibi elimden telefonu düşürmüyorum. Allahtan internetli bir telefon sahibi oldum da artık, her türlü iletişime açığım. Gece yarısı atılan tek kelimelik “Sanita! “ maillerine bile çok derin anlamlar yükleyip, bana aşık olduğunu hatta benimle evlenip Kaşta mutlu mesut bir hayat geçirmek istediğini falan düşünebiliyorum. O derece ergen hallerdeyim sormayın.

Geçenlerde arayıp:
    - Bak Oldboy’cum, ben 29 ekimde gelecektim normalde ama seni tanımak gibi ekstrem bir durumla karşılaştım. Dolayısıyla bu heyecanla 29 ekimi beklemek benim için gavur eziyetinden farksız. Bu ilişkide edilgen sen olduğun için senden şu aşamada çok birşey bekleyemem. O yüzden ilk hamle benden, 8 Ekimde ordayım


dedim. Oldboy şaşırdı tabi, çok direkt konuşuyosun dedi. “Evet bebeğim hem direktim hem de sabırsız” dedim. Bilmiyorum çok nemfoman gibi de görünmüş olabilirim ama cidden umrumda değil. Gidip bakıcam arkadaş, bu adamın numarası bir günlük müymüş diye.

Uçak biletimi aldım, beni havaalanından alacak. Bilen bilir Kaş’la Antalya arası arabayla 3-4 saat kadar. Yani büyük özveride bulunuyor bebeğim. Kesin aşık oldu bu bana, bak diyim.

Şu an hayatımın tek uğraşı Oldboy. Tek sıkıntısı ise bunu ablamla paylaşmak. Senden çok büyük, ayrıca alkolik diyerek başlayan uzun bir nutuk beni bekliyor. Savunmamı ise gün gün tamamlıyorum. Babasını genç yaşta kaybetmiş kız çocuğu sendromundan tutun da, 32 yaşında koskoca kadınım bu hayat benime varan  içerikte birşeyler düşündüm.

Sıra geldi siz okuyuculaımdan isteğime. Benim uğraşım bir yere kadar tabii, bundan sonrası sizlerin performansına kalmış artık. Benim için dua edin, totem yapın, Eyüp Sultan’a falan çaput bağlayın, ama lütfen birşey yapın ya.Bu da olmazsa vebalim boynunuzda haberiniz olsun.




Not: Yazımı eklemek için bloğuma girdiğimde Nida Ersin’in mesajını gördüm, beni merak eden bir tek o olmuş. Kendisine kucak dolusu sevgilerimi yollayip, adıma totem yapma ödülünü layık görüyorum.













17 Ağustos 2010 Salı

Varım, yokum, varım, yok...



Sıkıcı mı sıkıcı haller içerisindeyim. ‘Kalk ayağa çabuk!’ desem de, içimi bir türlü doğrultamıyorum.

Konuşuyorum, gülüyorum, güldürüyorum, dinliyorum...Ama bunları kapasitemin sadece % 20’siyle yapıyorum. Hava atacak değilim, lakin % 100’leri görmüş bu bünyeye %20’ler fotosentez gibi geliyor inanın. Yalnız kalmakta istemiyorum çünkü o zamanlarda yaptığım tek şey oturup sabahtan akşama, beynimi uyuşturuncaya kadar film yada iz tv izlemek oluyor.

İnsan kendi ruhunda kendini mülteci gibi hisseder mi? Daha iyi imkanlar, daha insanca yaşama umuduyla vatanından kopup gelmiş, ama ömrü boyunca özgürlüğü elinden alınmış, sinik  bir şekilde yaşamaya zorlanmış gibi hissediyorum. En kötüsü de kendimi irdeleyip durmak. Hiçbir zaman ihtiras rüzgarlarında savrulmadım ancak 32 yılın çetelesini tuttuğumda koca koca delikler görüyorum her seferinde. 7 yıldır tahammül etmeye çalıştığım bir işim, kırık dökük arkadaşlıklar, ha bire çatırdayıp bir anda ortada kalacağım hissi yaratan aile bağları, temasın ötesine geçememiş ilişkiler...

Çocukluktan beri tek sığınağım olan kaçıp gitme umudumun tuzla buz olması belki de beni bu ruh haline gark ediyor, bilemiyorum. 4 yaşındayken annemin ve babamın piskopatça ‘biz senin gerçek ailen değiliz’ geyiğiyle başlamış bende ki bu kaçak benlik. Onlar bu cümleyi kurup sırıtarak benim tepkimi izlerlermiş. Her seferinde odama gidip bulduğum ilk poşete kıyafetlerimi doldurup kapının önüne gidip dikilirmişim, beni gerçek aileme götürün diye. Bizimkilerin sırıtışı kahkaya dönüşürmüş. Bir süre sonra benim bu soğukkanlı seri katil hallerim aile sınırlarını aşmış. Eve gelen her misafire ‘göster bakalım sanita, nasıl bohçanı toplayıp gidiyorsun’eğlencesine dönüşmüş.

Lisedeyken kaçıp gitme umudumu o dönemlerde moda olan, ilaçla intihar yönteminde aramıştım. Hayat yeterince pislikti zaten, bu kokuşmuş dünyada mesai doldurmanın bir anlamı da yoktu. Serde varolan intihar edenler cehenneme gidiyomuş korkusuyla önce abdest alıp, sonra bir avuç dolusu talcidi suyla yuvarlamıştım. İçtikten sonra it gibi tırsıp doğruca annemin yanına seğirtmiştim, “ben bi bok yedim” diye. Doktor müdahelesinden sonraki utancımı anlatamam. Ablamların sırıtışlarını gördükçe yerin dibine giriyordum ama yine de kuyruğu dik tutuyordum. Eylemlerim devam edecek mücahitliğindeydi gönlüm.

Üniverstedeyken mağcera dolu amerikaaa özlemiyle yanıp tutuşuyordum her özenti genç gibi. Bu kez kesin kaçacaktım, arkadaşım Ayfer’in annesinin gizli zulasındaki hac parası yegane umudumuzdu. Kadın baskıcı kocasından gizli gizli para biriktirmiş, kocadan bulamadığı huzuru islamda bulmuştu. İşte Ayfer de o gizli zulayı bulmuştu. “Fırsatlar ülkesinden iyi hac mı olur beaa hacı”  iğrençliğinde espriler yapıyoduk habire. Herşey uçak biletine bakıyordu neticede, sadece gidiş bileti alacağımız için işimiz kolaydı. Ancak Ayfer olaya fazlasıyla kapılıp nasıl olsa Amerika’ya gidicem diye okulu salınca, ailesinin dikkatini çekti tabi. Uyuşturucu kullandığından şüphelenen ailesi Ayfer’i çapraz sorguya aldı ve gevşek bir insan olduğu için ilk sorguda öttü ve bizim hac parası güme gitti.

Üniverste bitip iş hayatına atıldığımda tek umudum zengin bir koca bulup, o diyar senin bu diyar benim gezip, çatır çatır para yemekti. Bi tane buldum da ha! İstanbul’luydu. Zengin değildi ama en azından Ankara’dan kopup gidecektim işte. Sonra belki yürü ya kulum derdi müstakbel kocama da, bende sayesinde koşardım. Nişanlandık falan ama her hazin hikaye gibi çocuğun ailesi beni istemedi. Olaylar büyüdü, büyüdü. Ve ben rest çektim. O kadar emindimki beni seçeceğinden. Nooldu?Götümde patladı, çocuk beni seçmedi.

Sonra şu tuvalet aforizması haline gelen “ kaçıp gitsen de kendinden kaçamazsın”ı belledim. Bi süre ona sığındım. Sonra Kaş’a gittim, orayı görünce , hah dedim tamam aga ben buraya kaçarım. Her yerde dillendirdim bu isteğimi, bi ayağım ordaydı da artık zaten. Aha valla gerçekleşiyo işte dedim, bu kez de benim götüm yemedi.

Sebebi ruh halim sanırım bundandır. Kaş’tan döndüğümden beri “ben needem nerelere gidem” ağlak modunda geziyorum. Sığamıyorum hiçbi yerlere. Canım çıkacakmışçasına sıkılıyorum. Yerine tez elden bir kaçış umudu koymam gerekiyo. Yoksa ayık kafa yaşayamam ben böyle.


10 Ağustos 2010 Salı

Döndüm ama başım hala dönüyor


Seyahatlerin en sevmediğim tarafı döndüğümde bıraktığım şeyleri farklı bulmak yada bulamamak. Evdeki koltuğun yeri değişse bile korkunç bir hüzün kaplar içimi. Giderken herşeyi ama herşeyi dondurup gitmek isterim, bensiz dünya oralarda dönmemeli hatta.

Neyse ki tatil dönüşü herşey bıraktığım gibiydi. İşyerinde beslediğim su kaplumbağam E.T’nin , oda arkadaşım tarafından daha da büyütülen akvaryumu dışında.

Cilvenaz’la olanları biliyorsunuz. Onun üzerine herhangi bir gelişme olmadı. Ne o aradı, ne de ben. Benim aramam zaten abesmiş herkes öyle diyo. Peki neden içim ve vicdanım rahat değil o zaman? Belki o gece ona fazla yüklendiğimden, belki küfüre dönüşen konuşmada biraz sakin olup onu dinlemeye çalışmadığımdan, bilemiyorum... Yada en önemlisi o gece yanında gördüğüm eski kırığım dediğim elemanla sonraki gece beraber olduğumdan.

Al işte değecek adamlar mı ki bunlar? Bugün senle fingirdeyen adam yarın gözünün önünde başka bi hatunu götürebiliyor. Ki bana da aynısını yaptı bak. Ertesi gece gayet rahat, yüzüme bile bakmadan esmer hatunu aldı götürdü evine. Bu rutin değişmez, değiştiremezsin de. Ya kendini koruyacaksın bulaşmayacaksın, yada götün yiyosa onların düzenine uyacaksın. Miden alıyosa sen de ertesi gün onun gözünün önünde başkasıyla gideceksin. Ama sonrasında kendini berbat hissedip, tazzikli sularla yıkayasın gelse de ruhunu işte benim gibi böyle kuul kadını OYNAYACAKSIN. Amann ben istedim ve yaptım diyebileceksin. Demek isterdim Cilvenaz’a, ama olmadı.

Kaş’ta önemli bir gelişme oldu bu arada. Ablamın patronu bana iş teklif etti ordan. Daha doğrusu şöyle oldu; Kaş’a yerleşmek istediğimi bilen abla patronu, “burda yaşayabilmek için yapabileceğin işleri düşün, proje üret, fizibilite çalışmalarını yap ve bana sun. Ben finanse ederim, yeter ki inan” dedi. Al işte en büyük hayalim Kaş’ta yaşamaktı ama iş ciddileşince sevinemedim bile. Hazır mıyım buna? Tatille  orda yaşama fikri, o kadar farklı şeyler ki.

Şehirden alacağımı aldım artık gerisi sizin olsun diyebilecek ruha eriştim mi ki ben? Aşık olduğum deniz burnumun ucundayken ve ben ona dokunamazken ne denli mutlu olabilirim? Ki ben platonik aşklardan nefret ederim. Sinema izlemek için kalkıp teee Fethiye’ye gitme fikri etkileyici mi gerçekten? Koskoca şehirde bile kafa dengi insanların özlemiyle yanıp tutuşurken orda bulma ihtimalim nedir acaba? Onca eşe- dosta, aileye rağmen offf çok yalnızım diye dolanan ben, oralarda Cuma’sını bekleyen Robinson mu olur acaba?

Tüm bunları sıralarken aslında cevap da ortaya çıkıyor. Ama en büyük hayalimin gerçekleşmesi bu denli yakınken, benim insiyatifimle tuzla buz olması inan içimi acıtıyo be bilog.

Not: Foto, yaptığım yamaç paraşütü sırasında pilot tarafından çekilmiştir. Ahan da burası Kaş!






4 Ağustos 2010 Çarşamba

Tatilden dünyaya


Başlıktan da anlaşılacağı üzre , ayıptır söylemesi tatildeyim. 10 gündür Kaş'tayım, 4-5 gün daha buralarda olacağım. Ne işin var kızım buralarda diyeniniz olabilir ama cidden darlandım biraz. Yazıp rahatlamam lazım acilen.

Tatil ekibim kız kardeşim Suelın, onun eşi ve benim en eski arkadaşlarımdan biri olan Cilvenaz'dan oluşuyordu. Cilvenaz pazartesi işe başlayacağı için pazar gecesi atladı gitti Ankara'ya. Gitti ama, arkadaşlığımızı  da buraya gömdü gitti.

Efenim biz Cilvenaz'la 2 gün evelden gittik Kaş'a, kardeşim ve eşi sonradan geldiler. Her neyse ilk gece dışardayız, bu en olmayacak adamla tanıştı, abayı o dakka yaktı. Eleman buradaki hatırı sayılır bir restoranın sahibibinin oğlu. Baba parası yiyen, evli olduğu halde sezon sonuna kadar skor tutan, süzme cahil, alkolik bi tip. Cilvenaz bebeyi gördü, sanki o an başka adam kalmamış gibi, evli olduğunu bilmesine rağmen o gece elemanla beraber oldu. Ben 4 senedir yılda en az 2 kere Kaş'a giderim, ve ablam da orada yaşadığı için kim kimdir, kimle ne yaşanırı öğrendim. Çoğunu da acı tecrübelerle tabii. 

Bunlar havlet oldular ben de rahatladım, bebe bunun götünde dolanıp beni de huzursuz etmeyecek diye. İlk gece alacağını aldı nasıl olsa, next  diyip yoluna devam eder dedim. Ama nerdee anacım, ben çocuktan endişelenirken bizim Cilvenaz adamın peşine düştü mü. Ama öyle böyle değil, bebe bunla görünmek istemiyo ya, restoranının önünden geçiyo, elinde telefon habire mesaj çekiyo, arıyo. Kız bildiğin leyla gibi Kaş'ın meydanında süzük süzük dolanıyo. 

Kızı kenara çektim , uyardım. ' Bak yavrum tatlı bir tatil macerası yaşamak istiyosan eyvallah, yarasın. Ama sen olayı duygusallık boyutunda ele alıyosan yanarsın. Burda yaşanan burda kalır, ötesi bişey bekleme' diye. 'Tabi canım, bilmez miyim' dese de yok anacım kız değişmedi. Gündüz elinden telefon düşmüyo, onun restorana yakın plajlara gitmek istiyo ki arada bi kaçıp hayta herifler gibi uzaktan sevdiceğinin izlesin diye. Bi süre sonra Cilvenaz dış dünyayla bağlantısını kesti, bedenen yanımda ama ruhen uçtu gitti. Lan hani ne şahane tatil yapacaktık, ortamlardan ortamlara akacaktık, en önemlisi gavur herif yapacaktık. Hayır eyvallah özgür kadın gitsin elbette ama, gece komaya girecek kadar içip meydanda bebenin gözünün önünde masada bilinci kapalı yatarken yine ben koşturuyorum  imdadına .

Bi gece o kadar korkunç bi halde buldum ki onu anlatamam. Hiç tanımadığım insanlar Cilvenaz'ı taşımama yardım ettiler eve kadar. Benim kafa da iyi olmasına rağmen tuvalette saatlerce saçını tutup kusturtmaya çalıştım. Bi ara dengemi kaybedip düştüm, duşakabinin o basamağına kafayı çarptım. Acı içinde yerde kıvrandım, kalkamadım. Cilvenaz da dengesini yitirdiği için yerde ölü gibi kaldı bir süre. Gece boyu başındaydım. Ağlaya ağlaya herifi sayıkladı, hatta aradı bile, ama eleman gelmedi. Karısının koynundaydı zaar, yada başka bir skor peşindeydi.

Tatil gitgide tatsızlaşmaya başladı tabi. Cilvenaz bacağına sıçacağımı bildiği için haber vermeden kaçıp gitmeye başladı. Bu evli bebenin kankası da, benim eski kırıklardan biri. O da piçtir, ama sarhoş da olsa bana evlenme teklif ettiği için yeri bi nebze ayrıdır. Herneyse benim eski kırıkla biraraya gelmemeye çalışıyorum ben, biliyorum ki yine bişey olcak ve ben berbat hissedecğim. Ama ne zaman Cilvenaz'ı bulsam, yanında yöresinde bu da oluyo. 

Ben kendimi Cilvenaz'dan soyutlasam da, o benim eski kırıklardan kendini bir türlü soyutlayamadı. Bir zamanlar dibimin fazlasıyla düştüğü bi eleman vardı, Cilvenaz yanımdayken biraz oturup laflamıştık. Aa bi baktım Cilvenaz o bebeyle de olmuş mu kanka. Yanımda yöremde ne kadar herif varsa elden geçircek gibi davranmaya başladı resmen.  

Benden kaçıp gidiyo ya, bi saat sonra meydanda dolanırken bi bakıyorum, ya benim dibmenle yada benim eski kırıkla. Lan ufak ufak midem bulanmaya başladı. Hayır madem evli bebeye yanıyosun, ölüyosun, benim eskilerle napıyosun. Tamam çitleyip atmış olabilirim ama onlar hala benim tekelimde lan.

Artık gitmeden evel son gecesinde bu gene firardayken mesaj attım. 'Nerdesin, sıkıldım ben geliyorum' diye. Bu da gelme falan yaptı bana. Bu gene darlandı heralde diye düşündüm, aradan 1 saat geçti, sigara almak için meydana inerken redin önünde bi baktım bu. Benim eski kırıkla başbaşa. Kan beynime sıçradı o an, ikisininde o an ciğerini söküp absoulutlarının içine burn diye atasım geldi. Ama yapamadım, sadece pis pis bakıp geçtim gittim yanlarından. Gider gitmez mesaj attım, 'lan yuh nası bi karıymışın, doymadın anasını satim' diye. Bu cevap verdi, 'zaten canım sıkkın sanita ya, bide sen üzerime gelme' diye. Abi iyice gözüm döndü mü. 'Bana ne senin moralinden sikik, teselli için benim kırıkların kollarına mı atlayacaksın' diye. Bu hemen aradı, 'valla benim evliye gıcık oldum, karısını yollamış gece onla olcam, ama benim yanıma bi türlü gelmiyo sanita' diye. 'Lan bana ne, ne bok yemeye gelme dedin o zaman bana, benim kırık mı senin kankan' diye. Konuşma bağrışmaya, bir süre sonra da ben tarafından paso küfüre dönüştü. 

Gece boyu Cilvenaz da, benim kırık da aradı ama hiçbirine cevap vermedim. Eve gidip yatakta hüngür hüngür ağladım. Ve sonra Cilvenaz'a mesaj çektim. 'Eşyalarını ben yokken topla, bir daha yüzünü görmek istemiyorum, anahtarı paspasın altına bırakıyorum' diye. O gece Cilvenaz eve gelmedi, sabah plaja giderken anahtarı aynen dediğim gibi paspasın altına bıraktım, akşam döndüğümde eşyalarını toplamıştı. 14 yıllık arkadaşlık burada bitti.

Daha yazacak çok şey var, ama zaman yok. İçmem gereken çok alkol var. Sadece sarhoş olmak istiyorum, yalnızlığım bir tek o zaman yüzüme yüzüme vurmuyor.














12 Temmuz 2010 Pazartesi

Aşkı asgaride tuttum!


Bugün çok pozitif bakıyorum hayata bilog. Hep böyle sevdim sevilmedim tarzı ilişkilerimle can sıkıyorum ya, aslında tam olarak yansıtmıyorum herşeyi. Sevilmeyen mutsuz kız imajı çizmek hoşuma gidiyor, teselli eden de çıkıyor mutlu oluyorum işte.

Gerçek şu ki: basbaya benden hoşlanan erkekler de var etrafımda. Hiç bunları anlatmadım size. Ama artık zamanı geldi. Tipleri, çalıştıkları sektörleri farklı da olsa hepsinin  tek bir ortak noktası var: asgari ücretli olmaları.

Beni her gördüğünde kitlenen şok marketin kasiyerini bilmiyorsunuz mesela. Çamaşır suyu lekeli eşofmanımı da görse , duştan sonra kabarmış fatih ürek modeli saçımı da yine de değişmiyor hisleri. Dünyanın en güzel kadınıymışım gibi bakıyor yine de. Arada bir bakımlı gördüğünde de, ‘vayy neydin ne olmuşun’ bakışı atıp rencide etmiyor beni hiçbir şekilde. Ayy bebeyim benim.

Sonraa, her zaman gittiğimiz kebapçıdaki garson çocuk! Şiş istiyorum mesela, masadaki herkese 6 şiş gelirken bana 8 tane geliyor. Masaya koyarken de göz kırpıyor çılgın. ‘Maşallah iyi yediniz’ diyerek komplimanını da eksik etmiyor. Üzerine de irmik helvası ikram ediyor. Ben yedikçe mutlu olan bir erkek var hayatımda ne şahane değil mi?

Taksi durağındaki şoför İbrahim mesela. Ay nasıl kibar nasıl tatlı. Hemen kapımı açıyor, poşetlerimi alıyor. Bir hürmet, bir ikram dostlar başına. ‘Nasılsınız hamfendi?’ akabinde bir mevzu açıyor hep. Fikirlerimi, görüşlerimi can kulağıyla dinliyor. Yaptığım her espriye gülüyor. Eve kapatıp, sabahlara kadar hayatımı anlatasım geliyor  bazen .

Bakkalın çırağı Hüseyin’i de anlatmadım tabi. Ne zaman görse ‘ayy çok tatlısınız sanita hanım, bugün de ayrı bir güzelsiniz, bi kere öpebilir miyim?’ diye sarılıyor. Afyonum bile patlamamışken, o nemrut halime bile iltifatlar yağdırıyor ya, yüzüm değişiveriyor hemen. Akabinde  bir özgüven, bir sevecenlik çöküyor üzerime, pamık prenses edalarıyla giriyorum ajansa.

Müdavimi olduğum barın garsonu Memeti de bilmezsiniz siz.  Ne vakit görse, “gene mi erkek yok yanında, fıstık gibi hatunsun bu herifler mal valla” diye anında havaya sokuyor beni. Olan erkekleri de beğenmiyo zaten, “bunu mu buldun götüm gibi” diye. Votkam her zaman torpilli geliyor. Bazen bonkörlüğü abartıyor, ‘bu gece içmicem soda alayım’ dediğimde de bonkörlüğünden taviz vermeden, sodama votka damlatıyor. Param yok zannediyo zaar. Cüzdanımı düşünen Memeti sevmeyim de ne yapayım ben?

Benden hoşlanan erkeklerin görünen bu özelliklerini toplayıp bir araya getirdiğimde mükemmel karışım ortaya çıkıyor. İstediğim gibi bi koca bulamassam eğer, bunlardan birini alırım artık nikahıma. Ömür boyu asgari ücrete talim, yiyerek yedirerek mutlu bir hayatım olur belki de. 

Not: Asgari ücretli insanları nasıl aşşağılarsın tarzı yorumlar yapıp üzmeyin beni, hadi canlarım.