23 Mart 2010 Salı

Tedavim tedavülden kalkacak yakında!


Uzun zamandır ciddi bir ilişkim olmadı. Evet, zaman zaman denemelerim oldu tabi. Ama her kadın gibi mağdur ve kurbandım! Yalnızlığa o kadar alışmışım ki bir ilişki nasıl yaşanır, sorumlulukları, sınırları nelerdir tamamen unutmuşum. Yabanlıktan kurtulup acilen evcilleşmem gerekiyor biliyorum ama beni motive edecek kimse de çıkmıyo ki  karşıma. Sabah sonlanan denememi paylaşayım sizinle.

Bi zamanlar dart oynamak için takıldığım barda tanışıp, bir iki maç yaptığım bir elemanla karşılaştım geçen gün. Ayaküstü muhabbetin ötesine geçmediğimiz için pek tanıdığım da söylenemez. Karşılaştığımız yerde 5-10 dakikalık full enerjik muhabbetin ardından telefon numaralarımızı aldık. Ertesi gün beni aradı, hadi bişeyler yapalım diye. Olur dedim ve buluştuk. Ne yapmak istiyosun diye sorunca bi parça canım sıkıldı. Ben zaten yıllardır hep tek başıma karar verip uygulamışım,  birileri bi zahmet düşünüp fikir beyan etsin istiyorum artık. Bilmem sen ne istersin falan fişman derken yine benim düşünmem gerekti. Bilmiyorum gerçekten bu nezaketten mi? İyi bişey mi yani? Neden pasiflik olarak algılıyorum ki bunu...

Gayet otantik , buram buram tarih kokan bir mekana gittik. Elemanın pek tarzı değildi ama beğenmiş gibi yaptı. Yemek eşliğinde birbirimizi tanımaya yönelik formal bi takım sorular sorup durduk. Dakka bir, bana canım diye hitap etmeye başladı. Canım ne ya allasen. Sonrasında başka bir hitap şekline geçti, “hayatım”. Ya nedir bu samimiyetsiz samimiyet arayışları. Yani böyle mi sağlanıyo artık birilerine yakınlık duyma isteği. Düne kadar hayatında zerre yer almamışken birden nasıl gelipte merkeze oturabilirim ki. Kelimelere takılmamam gerekiyo belki de ama birilerini tanımak için kelimeler değil midir en önemli referans?

Evet takılmamayı deneyerek konuşmaya çalıştım. Ne anlatsam gülüyodu, hoşuma da gitmedi diil aslında ama monolog şeklindeki gülüşmeler bi süre sonra can sıkıcı olmaya başladı. Benimle yaşıt ve ailesiyle yaşıyomuş. 30larındaki bir adamın ailesiyle yaşama durumu beni anormal rahatsız ediyo. Yani her dakka tavşan modunda gezme isteği gibi bişiy çıkmasın bundan ama nedir yani liseliler gibi kapı kapatmaca durumları falan. Laf döndü dolandı nerelere takılırsına, ne içersine geldi. Geçen haftasonu neleri birbirine karıştırıp nasıl maymun olduğunu anlatırken, ben zoraki gülümsememi takındım. Efendi gibi içmek kavramı demode mi yani? Çılgınlık, marjinallik promille mi ölçülüyo artık?

Peki sen neden muhabbeti yönlendirmedin diyenler olabilir. Denedim, gerçekten denedim. Ama çalışmadığı yerlerden çıktığı için sorular, ikimize de tat vermedi. Ondan sonra uğraşmadım zaten. Bi ara benim için güzel bir iki kelam etti. Yemedim kesinlikle ama gururum gıdıklandı ne yapabilirim ki . Bana göre can sıkıcı iş yemeklerinden farklı değildi geçirilen zaman, ama eleman aynı fikirde değildi belli ki , burdan nereye gidiyoruz diye bi soru yöneltti. Ona da sen karar ver diyince peki dedi. Hesabı istediğimizde ben her zamanki cengaverliğimle cüzdanımı çıkardım beklemeye başladım. Benim elemanda tık yok . Hesap masaya gelince geriatrik hareketlerle elini cebine götürmeye çalıştı son bi güçle. İçimden söylene söylene adisyona bakıp kartımı bıraktım. O kadar pişkindi ki. Hesabı her şekilde erkeklere kitlemek gerekircilerden olmadım asla. Ki o ödemiş olsa bile diğer mekanı her şekilde ben öderdim zaten. Ama bu pişkinliğe kesinlikle tahammül edemiyorum. Hatta daha da abartıp durumu, “ ulan jigolo tutacak yaşta mıyım ben? ”  diye de delleniyorum. Bahşişi bari bıraksaydı, belki bi parça hafiflerdi sinirim ama  nafile..

Beni bi puba götürdü. Hiç bana sormadan biraver söyledi. Yav tamam benim adıma karar vermesini istiyorum ama bu biraz garip geldi bana. Bir an evvel içsin yamulsun eylemi mi gerçekleştirilmek isteniyodu yani ?  Ha bu arada sarhoş bi kadınla beraber olmak isteyen erkekleri kesinlikle anlayamıyorum. Ölüsevicilikle ne farkı var allah aşkına.

Ben efendi efendi biramı içerken, bu hala tatilde ne tarz alkol çılgınlıkları yaptığından bahsediyodu. Kesinlikle bana göre değildi, sorun ne onda ne de bendeydi. Tamamen farklıydık, farklı yaşıyoduk ve farklı şeyler  istiyoduk. Ki zaten istek kısmını doğrularcasına davranmaya başladı o saatten sonra. Canım-hayatım bitti bebeğime geçti. İlişkimiz hızla aşama kaydederken, ben orda öylece oturmuş biramı içiyodum. 3. biradan sonra kanı kaynadı zaar, ellerimi inceleme bahanesiyle temas aşamasına geçti. Bişey hissedecek miyim diye çekmedim, ondan daha çok istiyodum aslında birşeyler hissedebilmeyi. Ama nafile...Hiç etkilenmedim demek isterdim ama  o bile olamadı, içim bi anda buz kesti. Yok artık duramazdım, zaman kaybıydı. Biraları da ödeyeceğim için bitireyim bari diye 4.yü doldurdum. Eleman , burdan çıkınca nere falan diye sayıklıyodu ki, “ yok ” dedim. “ Yorgunum, uykum geldi ve tadım yok ”. Bıyık altı bir gülüşle, “keyfini yerine getirelim”  diyince, suratına bi tane çakmak istedim. Erkekler kadınların tümünü nemfoman falan sanıyo galiba ya. Yada ben gerçekten fesatlaşmışım artık. “ Keyfim kolay kolay yerine gelmez, ben istemedikçe ”  diyince bu iyice aşka geldi. İstetelim o zaman lafını işitmektense gidip işemek çok daha erotik geldi o an. İlişkimize biraz zaman tanıyabilmek adına tuvalete gittim.

Yok işte olmuyodu. Tamam tarzlar vs. farklıydı, ancak birbirini anlamaya çalışma gibi bi istek de yoktu ki ortalarda. Yada beklentilerimiz farklıydı. Bi kerelik istemenin değişik bi  yaklaşımıyla karşı karşıyaydım belki de. Bunu düşünmek hiç üzmedi bile beni. Artık birşey  hissedememe düşüncesiydi canımı sıkan.
Tuvalet dönüşü hesabı istedim ağır abla edasıyla. Bu bozuldu. Kalkalım mı diye fikrini sormadığımdan diil ama, gece böyle sonlanacağı içindi. Adisyon daha masaya konmadan  yakaladı. Gecenin devamı için son çırpınışlardı bence, ama nafile. Yol boyu, “ gerçekten emin misin gitmek istediğine ”  diyip durdu. Zekasını bu kadar gözüme sokmamalıydı oysaki, kesinlikle emindim artık. Eve geldiğimde vatanına kavuşmuş gurbetçiler gibi öpesim geldi yerleri. Ne boktan bi durumdu yarabbim.

Dün msj attı, hayatım bişeyler yapalım mı akşam diye. İşim var diye geçiştirdim. Sabah 10da yine msj attı, akşama bişeyler yapalım diye. Gerçekten anlayamamıştı, kıvıracak gücüm de yoktu. Dümdüz yazdım. “Baktım, denedim ama olmadı. Artık görüşmek istemiyorum ” diyip yolladım. Cevap gelmedi, ne diyebilirdi ki. Empati yapmak da istemiyorum. Ki bu durumu benim kadar önemseyip üzüldüğünü de düşünmüyorum zaten.
Bu daha ne kadar böyle gider bilmiyorum ama her deneme, umudumu daha da azaltıyo...

15 Mart 2010 Pazartesi

Onu alma beni al!


Moralim bozuk, kendimi kandırılmış hissediyorum çok fena. Sebebi , (kod adı Aikanaro olsun ) Aikanaro’nun evlenmesi. Kim ki bu Aikanaro derseniz, kendisi uzun yıllardır tanıdığım önce arkadaş olduğum, sonra sevgili olmayı denediğim bir şahıs. Çok sıkı elemandır ama duygusal boyuta geçildiğinde ayar olunan cinsten.

Neyse geçen sene karşılaşıp, 2 yıl aradan sonra hasret gidermiştik. Tekrar bi yakınlaşma olur gibi olmuştu aramızda, ikimiz de biliyoduk bizden bi cacık olmayacağını. Ama iyi tanıyoduk birbirimizi, eğleniyoduk da. Sonra bu bana İstanbul’a yerleşme planlarından bahsetti, sevindiydim. Konuşmadan 1 hafta sonra tası tarağı topladığı gibi gitti İstanbul’a. 1 ay sonra Ankara’ya geldi ailesini ziyarete. Buluştuk yine, anam adam bi farklı göründü gözüme. Böyle bi özgüven gelmiş buna, acayip çekici bişey olmuş. Neymiş bu İstanbul dedim.

Hasılı, hiçbi boku içimde tutamadığım için ben buna patlatıverdim bombayı. “ Aikanarocum sana 1 sene müsade, git orda düzenini kur, ev-iş sahibi ol iyice. 1 sene sonra bakalım medeni durumumuza, hala bekarsak evleniriz ” diye. Bu güldü, ama ben ciddiydim. “ Valla lan dedim, senden iyi koca mı bulcam ben ” . “Bakarız” dedi. Bu bakarız dedi ya, ben bunu cepte diye düşünmeye başladım tabi. Arada bi arıyodum, naaptı neetti bilgi almak için. Msnde falan da irtibatı kesmemiştim. Tabi yaz gelip benim akıl tatile çıkınca ilgilenemedim. Ülkemizi ziyaret eden İngiliş ve Amerikalılara kültür elçiliği gibi vatani bir görevim vardı nede olsa.

Neysecime, sonbaharla beraber Ankara’nın kasveti hissedilmeye başlandı benim de aklıma gene Aikanaro düştü. Aradım ben bunu, sevgili yapmış kendine. Anam bi bozuldum ben, ama çaktırmadım tüm olgun kadınlar gibi. Ara ara feysden takip ettim, ama hiç yeni fotoğraf yoktu. Dün bi baktım ana sayfada Aikanaro’nun etiketlendiği fotoğraflar var. Neymiş diye bi baktım, bildiğin düğün fotoğrafları. Önce konduramadım bi arkadaşının düğününde çekilmiş zaar diye. Birde ne göreyim benimki damat kıyafetinde, sonraki karede de gelinle gerdan kırarken. Albüm adı da en mutlu günümüzden. Adam bildiğin evlenmiş. Kocasını iş üstünde basmış hatunlar gibi sinirlendim anlatamam. Sonra sinirim geçince bi sigara yaktım, hazırdım diğer fotolara da bakmaya. Kız ne güzeldi lan, kuğu gibiydi resmen. Straplez de giymiş. Kıskandım. Kızla bunun dans fotoğrafının altına şöyle okkalı bişiy döşeyim dedim. “ Yeryüzü taşla doludur. Ama pek azı boyunlara kolye olur ” diye. Seviyemi bozmayım dedim, vazgeçtim.

Hah kaldım mı yine eli böğründe öylece. Nedir abicim bendeki bu bahtsızlık halleri. Karyağdı Sultan türbesi gibi oldum resmen. Bana yüzsüren köşeyi dönmeden hayırlı bi kısmet buluyo. Kapatıcam tekkeleri, zaviyeleri o olcak!

10 Mart 2010 Çarşamba

Kıl dönmesi



Mesai saatleri içerisinde kullanılan, iş dili de denilen kurumsal konuşmalardan hoşlanmıyorum. Çok anlamsız ve sıkıcı geliyor bana . Çıtır çıtır kırılma noktasındaki kelimeleri seçerken ki sarfedilen efor, çalışanın performansını düşürdüğü gibi işverenin cebindenden de yüklü telefon faturası olarak çıkıyor. İnsanların eğitim seviyesi artarken algılama kapasiteleri de  düşüyo mu ne ?  Ben demiyorum ki küfür kullanılsın, ama hafiften argo kullanılsa gör bak çalışanlardaki performansı sen. Ya tamam amele pazarına çevirelim ortamı demiyorum ama daha kısa ve etkili cümleler seçebiliriz. Misal: kurumsal bir konuşma yapıyosun bir beyfendiynen,
- Anlıyorum Cankkk Bey, hıhı evet.  Ama inanın söylediğiniz rakama bu işi yapmamız mümkün değil. Onlarla da konuşsam bişey değişmeyecektir çünkü şirket politikası bu. Bu şartlarda inannın zor
falan fişman diye yarım saat rewind yapana kadar,
- Cank Bey, git kendini sevdirmeden
  desek daha verimli olmaz mı acaba?
Yada  karşınızda ne istediğini bilmeyen ve üzerine ne istemediğini de ifade edemeyen bir müşteri var. Sıcak soğuk oynaya oynaya iş yapmaya çalışıyosunuz. Genelde hatun müşteri modelidir bu.
- Hmm bilmiyorum içime sinmedi bu da sankıı
- Anlıyorum, hoşunuza gitmeyen nedir acaba Ceyda Hanım? Mesajı mı ifade edememişiz ? Yoksa kullanılan imajımı beğenmediniz acaba?
- Hmm bilmiyorum ki, ama ne bilim beğenemedim işte!
Siz aynı tarz soruları milyonuncu kez farklı kelimelerle sormaya devam edersiniz. Ama hatun kuaföre gelip renk kartelasından bakır tonunu anlatmaya çalışan hatun dalgınlığındadır. Anlamsızca uzar gider konuşma. Oysa konuşmanın ilk içime sinmedi kısmında :
- Altın buldunuz ayarını mı beğenmiyosunuz? Hoş, ne istediğini bilmeyen ne bulduğunu da anlayamaz. Velhasıl , öğrende gel Ceyda Hanım
desek, daha hatırı sayılır bi etki yaratmaz mı müşteride?

Bugün de buna kılım döndü abicim.

8 Mart 2010 Pazartesi

Yine vicdan azabı...

Neden annelerin çocukları üzerindeki en büyük yaptırım gücü ajitasyon ve vicdan azabıdır? Ve neden anneler merhametle vicdan azabını karıştırırlar hep? Çocuklarının bi gayretle şişirmeye çalıştıkları egolarına, bahçeye kaçan komşu çocuğu topu muamelesi yaparlar? Acımadan fıs diye havasını alırlar?
Neden herşeye küsüp nedenini sorduğunda “ sen daha iyi bilirsin bi düşün ” diyerek insanın tüm davranış belleğini altüst ederler? Ve o anneler neden görmezler ki, bu baskıyla yetişen çocukların kusur ve kabahati önce kendilerinde aramaktan kendilerinden uzaklaştıklarını. Neden en ufak bir tartışmada haftalarca surat sallarlar, ilgisiz davrandığında da hastalanıp yataklara düşerler? Haklı dahi olsan, kalbin ve mantığın suçu 8de 8 ona verse de, benim yüzümden felç olmasın, ölmesin diye af dilersin.Ve neden tüm anneler intihara meyillidir? “ Allahım yeter artık al benden emanetini , gördüm göreceğimi yoksa ben kıycam canıma ” tarzı cümleler fırlatırlar kulağına kulağına?
Dün ağlarken gözyaşlarımın iriliğini görünce şaşırdım ve garip bi haz aldım. Gerçekten üzgündüm çünkü, annemin onayını almadan kendim karar vermiştim derdimin büyüklüğüne. Ve dün fiziksel olarak kalbim ağrıdı, bence tepki verdi bana, evet ordaydı ve benimleydi. Garip ama o da hoşuma gitti.
Canımı en çok acıtacak lafları bulma konusundaki yeteneğine hayran kalmamak mümkün diil anne! Gerçekten dediğin gibi, beni benden daha mı iyi tanıyosun acaba? Pimini çekip attığını lafların nedenini sorgularken ben, neden öylece duruyosun ve susuyosun? Ayaküstü geçirdiğim sinir krizlerimi görmek hoşuna mı gidiyo? Anne sen piskopat mısın? Ama hayranım sana biliyo musun? Hani beni kendini öldürmekle yada evi terkedip izini kaybettirmekle tehdit ediyosun ya, ben senin 10da birin kadar cesur değilim. İt gibi tırsıyorum kendime bişey olacağından...Her tartışmamızda söylesem de inanmıyosun bir kez daha söylüyorum anne. Babamı ben öldürmedim, kalp kirizinden öldü o ! Hem ben 9 yaşındaydım onu üzecek kadar büyükte diildim. Ve sen evlenmediysen ve hayatını bize adadıysan bunun sorumlusu da ben değilim. O yükü de bi zahmet al lütfen sırtımdan. Gül bahçesinde koşturan prenses gibi bir hayatım yok inan benim de. Ben de en az senin kadar yalnız ve umutsuzum. Ve artık herkes gitti, ikimiz varız sadece. Ben senin talihsizliklerle dolu hayatının tek nedeni olmamalıyım. Haksızlık inan bu , vicdansızlık. Bana baktığında ya beni farket, yada sendeki cesaretten bi miktar bana da ver!..