26 Şubat 2010 Cuma

Telefon yapıcı mühendislere ithafen...


Sarhoşluğun zirvesindeyken, elin telefona gitmesini engelleyecek bi sistem geliştirsinler artık ya. Mesela telefona profil üfletici zamazingodan taksalar?. Her seferinde üfleyip mi telefon açcaz, o olmaz da. Telefonu elimize aldığımızda, kandaki alkol oranını tespit edecek bi mekanizma geliştirseler. Detayını ben ne bilim, o kadar mühendis var ortada onlar bi hal çaresini bulsunlar artık. Valla öyle bi alet yapsınlar,  varımı yoğumu satar alırım. Alet otomatikman kitlesin abicim kendisini, ayılana kadar ne bi msj atabilesin nede birini arayabilesin. Sabaha da alarmla beraber alcasetzer servisi  yapsın. Evet acilen böyle bişeye ihtiyacım var yada bi yaşam koçuna . Böyle zamanlar da ‘ şş efendi ol ’  diye elimi büküp telefonu alacak birisi işte .
Alkollüyken birilerini arama olayı, kadın ve erkek için de ortak bi davranış şekli heralde. Akıl yerindeyken ‘ aman yok hayatta aramam, daha neler ’ dediğin insanlar akıl alkole karıştığında pek bi sıcak gelir ya insana . Şey gibi sanki, ‘ çirkin kadın yoktur az votka vardır ’  hesabı işte. Aman şeytan görsün yüzünü iriteliğinde ayrılmış olsan dahi, özledim lan diye kendi kendini kandırısın ya. Zilli zihin silmiş olsaydı o numarayı, belki sen bugün ‘ derbeder oldum derbeder ’  nakaratına takılmayacaktın. Off ya!
‘ Vur vur, bi dahamı gelcez dünyaya, olum valla seni çok seviyom ben’ tadındaki sarhoşluklarımı çok özledim ben ya. Sosyal sarhoşluk oluyo sanırım bu. Ama artık kafam iyiyken bi kenara çekilip konuşmadan, kafamdaki tilkileri azad ediyorum. Sonra işte hopp birilerini aramaca. En kötüsü de ne biliyo musun? Ne kadar zırvaladığını net olarak hatırlayamıyosun. Söylediklerini geç bide söyleyip hatırlayamadıklarının pişmanlığını yaşıyosun Şu saat oldu hala ayılamadım, bi lokma  bişiy de yiyemedim . İşler de inadına o kadar yoğun ki. Fotosentezle idama ettirirken durumumu, üzerine müşteri görüşmeleri ağzıma sıçıyo resmen. Bugünlük bu kadar bi yetsin artık!

21 Şubat 2010 Pazar

Efendiler...!!! Sarışınlara bok atmadan evvel bir kez daha düşünün!


Üniverstenin ilk yıllarında saçı belinde ( bildiğin kezban) sıkı bi metalciydim. Boru diil olum Manowarcıydık.  Metallica falan Mustafa Sandal muamelesi görürdü o zamanlar camiada. Konserlerde ön saflarda headbang yapar, eve gidince de tutulan boynuma viks sürdürürdüm anneme (fonda da , annem annem ben ne acılar çektim) . Siyah, dünyadaki tek renkti. Kırmızıdan ve sarışınlardan tiksinirdim, ikisi de motor hatun kriteriydi çünkü. 3. sınıfta Radiohead, Pearljam, Tori Amos, Björk’ü keşfetmemle beraber bünyede bi softlaşma, genel görünüm itibariyle de bi değişiklik hevesi hasıl oldu. Siyah üniformalarımdan kurtulmalıydım artık. İlkokulda 5 yıl siyah önlükle istikakımı doldurmuştum zaten dimi ama. Ufak ufak renklendi kıyafetlerim ( bu işe en çok annem sevindi). Saçlarımı da bi anda kısacık kestirip, maviye boyattım ( bu işe en çok annem üzüldü). O zamandan beri saçlarım hep kısadır. Mürebbiye kızılından tutun da, diyare yeşiline kadar denemediğim renk kalmadı. Ünvdeki kadar sert olmasa da sarı saça tepkim aynen devam etti. Taaki 3 sene evvel bi kız meclisinde ağdadan sonra açılan saç rengi mevzuuna kadar. Laf döndü dolandı benim saç rengime geldi. ‘ Ya kızım her rengi denedin içinde kalmadı yani, bi sarı yap artık şu saçları. Bak açık tenlisin, gözlerinde ela valla çok yakışır, doğal da durur sırıtmaz hem ’ lafları ilgilenmiyomuş görünsem de pek etkiledi beni.  ‘ Ayy yok daha neler, sarı çok ucuz durur ya’  desem de bi kere, neden olmasın lan sırıtışı gelip oturmuştu yüzümün orta yerine. Bir iki hafta resmen mücadele ettim irademle. ‘ Nası yutcan lan onca lafı, ama ya dedikleri doğruysa afet gibi bişiy olursam sahiden ’  çelişkileri neticesinde, şuursuzca kuaföre gittim.  O zamanlar ki kuaförüm Hasan şaşırdı tabi ‘ tiz beni sarı gacı yap’ isteğime. Adam emin misin falan demesin diye kızların bana söylediği her şeyi bi çırpıda kendi fikrimmiş gibi anlattım. Peki dedi. İçerde oreali ( renk açıcı) hazırlamaya koyuldu.  Ben ne bilirim oreali, adam bi sürdü ben yandım anam diye koşup soğuk suyun altına tuttum kafayı. Hasan ‘ bak kolay bişiy diil bu oreal,iyi düşün öyle gel’ dedi. Kafamı ovuştura ovuştura tekrar oturdum sandalyeye. ‘ Bu kadar acı varsa işin ucunda kesin şahane bişiy olcak ’  dedim. Hasan, hallam diye güldü. ‘ Hem bunca kadın yaptırmış, bi ben miyim lan dayanamayacak ’ diye de ekledim. İşleme tekrar başladık.  Her bir oreal fırçası beynimi kaynama noktasına getirirken saç diplerimde katlanılmaz bir acı hasıl oluyodu. Sanki çakmakla cıztt diye tutuşturuyolardı tek tek saçlarımı. Bi süre sonra alnımda kabar kabar su kesecikleri oluşmaya başladı. 5 dk sonunda döş bölgem dahil yüzüm, gözüm kafa derim kıpkırmızı oldu ve komple su topladı. Hasan panikledi. ‘ Ölecek lan bu ’ diye yıkamaya kalktı. ‘ Hayır o kadar sabrettim beklicem amına koyum ’ diye ağlıyodum. 15 dk doldu dolmadı bayılma noktasına geldiğimde yıkattım kafayı.  Ayy bi renk çıktı resmen ‘ sik beni sarısı ’. O kadar çiğ ve iğrenç ki. ‘ 1 hafta sonra biraz daha açarız, bi anda açılmaz bu ’ dedi. ‘ Aslaa, bu renkle sokağa çıkıp kendimi öldüreceğime orealden ölürüm daha iyi ’ dedim. ‘ Ben bi dışarıda sigara içiyim kaldığımız yerden devam ederiz işkenceye’ dedim. Ellerim titriyodu resmen. ‘ Ulan bu kadar zor muymuş bu işler, sarışınlara saygı duydum şimdi ’ dedim kendi kendime. Hayır bide kürdo renginde falan olsam tabutta çıkmıştım kesin. Acı eşiğimi telkinlerle yükseltip, tekrar içeri geçtim. Bildiğin kederliydim. Neler yaşadığımı daha fazla anlatıp içinizi burmayım. Takribi 2-3 saat sonunda sarışın bi gacı olmuştum artık. Soluğu doğruca gazband grubunun yanında aldım.  Kızlar beni adeta Kandilden dönüş yapan  Pkklıymışım gibi karşıladılar. Alkışlar, ıslıklar falan. ‘ İşte bu ya, kendini bulmuşsun resmen, acayip doğal olmuş ’ tezahüratları fonda. O gün bugündür sarışınım. O kadar para, zaman ve acıdan sonra kolay dönülmüyo valla. Sonradan bitkisel açıcı ayağına kabarmalarım, su toplarım gitse de, acı da zerre azalma olmadı valla. 3 yıldır rutin bi şekilde gidip paşa paşa çilemi çekiyorum. 
Hasılı;  orealdir, boyadır onca kimyasal ve beyin haşlamasından sonra nöronlarının yarısını kuaförde bırakıp çıkıyosun resmen. Ve çekilen acılar neticesinde ‘ amannn bu neki, ben ne acılar gördüm ’  vurdumduymazlığı çöküyo üzerinize. Bu da sizi hayata karşı ilgisiz, insanlara karşı ise aptal gösterebiliyo. Bi daha sarışınlar aptaldır derken bi daha oturup düşünün. Siz onca sabrı, metaneti gösterebilir miydiniz aceba hı? Hem de  üzerinize aptal sıfatının yapışacağını bile bile!

16 Şubat 2010 Salı

Kısa bi başlık düşündüm, bulamadım...


Kendime ait küçücük bir gezegen yaratmıştım. Her sabah arsızca ertesi gün yeniden çıkacak olan boabab ağaçlarını temizlemek, her akşam gün batımını izlemek gibi yoğun bir programım vardı. İnsanlara anlamsız ve saçma gelirdi benim telaşlarım. Böyle minik bir gezegende var olan her şey eşsizdir ya, kendimi de prenses ilan etmiştim topraklarımda. Sabahları çıkmadan evvel aynaya bakardım, akşam beni bekleyen gezegenime kavuşacağım için coşkulu ve mutlu olurdum. İnsanların arasına karıştığımda gökdelenler arasında yürüyen karınca gibi hissetsem de kimi zaman kendimi, özel ve önemli olduğumu hatırlayıp tebessüm ederdim. Olsun,  kimse farkında olmasa da benim bilmem yetmez miydi? Israrla başka türlü bakardım her şeye. Fil yutmuş boa yılanları görürdüm şapka yanıltmacasıyla çizilen şeylerde. Gerçeğin mayası gözle görülmezdi nede olsa. Ama insanlar başkaydı, onlar gibi değilsen ayrık otu muamelesi yaparlardı acımadan sana. Ya gezegenimi terk edip karışacaktım kalabalığa yada sonsuza kadar tek başıma yaşayacaktım bazen bana bile dar gelen gezegenimde. İnsanlar o kadar çoktu ki !  korktum. Öyle militan ruhlu falan da değildim ki. Gezegenimi terk ettim. Artık her sabah uyandığımda ilk işim, açılan yaralarıma yarabantları yapıştırmaktı. Kırık ve buruk bakmaya başlamıştım aynalara. Ben yaklaşmaya çalıştıkça onlara, hedefi daha da uzaklaştırdılar benden. Kolay olmayacaktı biliyorum ama bu kadarı da insafsızlıktı. Büyük büyük hırslara ve isteklere sahip insanlar gibi olmaya çalıştım. Çünkü tutku vardı o insanlarda. Ama donunda salladılar beni bildiğin. Acımasız kuul kadınlara yanaştım bu kez, kanım zehirlendi. Can yakmayı öğrendim. Yaktığım canların diyetini ödetti hayat bana hak geçirmeden, geçire geçire. Ezilenlere yanaştım bu kez, sessizliği dinginlik sandım. Oysa onlar daha da acımasızdı, yılların öcünü benden çıkardılar. Tükürüp attılar ruhumu. Onlar kıçı fezada çıkarken bu ilişkiden, ben boyumca bandajlar aradım durdum. Belki aşk beni kurtarır dedim. Bir sürü adama aşık oldum. Dokunmakla temasın ayrımına varamamış bir sürü adam. Paçavra gibi hissettim her temasta. Kendimi korumalıydım, bunun için de gizlenmeliydim. Maskeler çizmeye başladım bu kez kendime. Sabah pansumanından sonra günün temasına uygun maskeyi takardım . Aynalara bakamaz olmuştum artık ama son çaremdi bu. Ve işe yaradı. Her akşam daha başka, daha başka maskeler çizdim ihtiyaç dahilinde. Cici kız maskesi, pozitif enerji yumağı maskesi, seksi kadın maskesi, tek kaşı havada hırslı ve zeki görünümlü maskelerim bile oldu. Bir gün maskem düştü yüzümden yanlışlıkla, alay edip güldüler güçsüzlüğümle. Onlar gibi olup, sıradanlaşıp ve silikleşmek adına ödenen bedel, özel ve önemli olduğun senden uzaklaşmaktı. Sendeki eşsizliği kimseye göstermeden gömmekti işte. Prensesi olduğun gezegene tacını öylece bırakıp, insanların ruhlarıyla kirlettikleri alanda götün götün kendine yer açmaya çalışmaktı. Benden çok uzaklara giden kendimi buldum çıkardım tekrar. Kendime geldim şimdi. Güzel bi bahar temizliği yaptım önce gezegenimde. Sonra etrafını iyice belirginleştirdim çıkmayan kalemle. Tozlanmış kalbimi de parlattım bir güzel gözyaşlarımla. Ben mis, gezegenim mis kuruldum sandalyeme, günbatımını izledim yine.

9 Şubat 2010 Salı

Erkek Dediğin Duvarı Delebilmeli !


İdeal erkek tanımıma bir özellik daha eklemiş bulunuyorum. Diğer özellikler nedir diye soracak olursanız  onu da sonra anlatırım. Efendim bugün keşfettiğim erkişi donanımı şudur : tamirat ve tadilat işlerindeki beceri. Diyceksiniz ki ‘ kızım bunun için ustalar, tamirciler var, o özellik de eksik kalsın boşverrr ‘ . Olur mu efendim, o bahsettiğiniz şahısları bulmak kolay mı Allah aşkına? Koca bulmaktan çok daha zor oldu benim için inanın. Bi insan 5 gün boyunca dandirikten bi raf çaktırmak için adam bulamaz mı? Bulamadım…Ya işi beğenmeyip burun kıvırdılar, yada istediğimden bambaşka bişiy yapıp çemkirince ben topuklayıp kaçtılar. Bugün kaçan namussuz Koçtaş’tan yeni aldığım mis gibi dübel ve vida setini de aşırmış. Çareyi arkadaşları aramakta buldum. Allah aşkına hiç mi biri anlamaz duvar delmekten?. Lafa gelince beyzadeler betonu bile delecek güçteler , ama icraat her zamanki gibi sıfır. Aradığım 3. arkadaş matkap ve dübel diyince ‘neyyyyy’ demediği  için mutlu oldum. Sanki Mimar Sinan’a evimi yaptırcam, o derece sevindim yani. Şunu da ekledi ‘ valla canım bir iki izlemişliğim var bizim eve tadilat için gelen ustalardan, ama hiç denemedim’.  'Olsun canım teorin iyiyse pratikte de şansın yüksektir ’  diye hemen eve çağırdım. Arkadaş geldi. Siparişim üzerine matkap , dübel ve ekstradan alçı da beraberinde. Bu alçı noolcak diyince, ‘yanlış delersem kapatırım’ diye bilgelik tasladı. Ben direkt demoralize oldum tabii. Ee adamı çağırıyosan elini de taşın altına koy bi zahmet diye kendi kendime telkinlerde bulundum. İşe önce  duvarı incelemekle başladı. Ama sanırsın ki M.Ö 1500’lü yıllara ait bir kalıntı inceliyo. Böyle okşarcasına duvara dokunmacalar falan. Sonra bi sigara yaktı, gözlerini kısıp uzaktan kesmeye başladı bu kez. Barda hatun kesen adam modeli. ‘Ee iş çıkar mı ? ’dedim , ‘ valla zorlarsak olur ’ dedi. Höhh!.
- Sistemli çalışmak lazım, önce bi ne yapacağımızı planlayalım
- Lan neyi planlıcaz, matkapla delip ferforje (ne seksi bi isim lan) denilen zımbırtıyı oraya şeedecez işte, sistem budur!  
- Ya kızım bu işler hassas işler, öyle çalakalem olmaz. Bak ben acele işi sevmem, yanlış yapma riskin artar. Dur hele bi sakin ol !
- Peki madem buyur, siz kesişmeye devam edin ben aradan çekiliyorum…
Beyzadenin sigarası bitince sistem adına bişiyler yapmaya başladı. Sonrası tam bir matematik ve geometri dersiydi. Zihin flashback konumuna geçti, silkelenip kendime geldim. Ölçmeler, biçmeler, yok duvarın düz olup olmadığını anlayabilmek için icat edilen su terazisinden bahsetmeler… Anlıyo gibi yapıp ‘ yaaa, cidden, gerçekten mi? ’ diye aptal sarışın tepkileri verdim durdum. Matkap sesini duyacağım anı iple çektim yeminlen .  Ölmüş gitmiş tüm matematikçileri rahmetle andıktan sonra, arkadaş nihayet matkap olayına geçti. Aleti tırt tırt diye bi iki kez debriyajlayıp ‘ gözlük yada kaynak maskesi gibi bişiy var mı? ’ diye sorunca, bana bir seğirme geldi. ‘ Gözlük namına güneş gözlüğü, maske olarakta uyku maskesi var ’ diyince hüsrana uğradı bu. Çıplak gözle delme işlemi başladığında çocuklar gibi şendim. Delikler açılıp  ferforjeler monte edildiğinde anladım ki, teoriyle pratik her zaman doğru orantılı olmuyodu. 2 ferforjenin yükseklikleri arasında bariz 10 cm fark vardı. ‘ Ya o kadar abartma 10 falan değil en fazla 5 cm fark var ’ diyince sustum. ‘ İçine sinmediyse alçı falan şeydelim ‘ diyince bu, aman yok kalsın dedim. Biliyorum ki o alçıyı yapıp, kafam kadar deliği kapatmak için harcanan zaman ve sabırla 2 Atatürk büstü yapılırdı kesin. Asimetrik mimari diye bişiy var mı bilmiyorum, ama otoriteler bunu görseler kesin litaratüre alırlar.
Haasılı erkek dediğinin kafası kadar bileği de çalışmalı (terbiyesizsiniz olum) . Ben napıyım ölmüş gitmiş pisagoru, thalesi, öklidi. Gelsin adam gibi duvarı delsin bi önce. Yeminlen o adam ‘ pii ’ demeden Pisagoru anlamassam neyim. Öyle adamın, icabında ayağını da yıkarım, metroseksüel pedikürü de yaparım (yapmadık değil). Hiç değilse tahteravalli şeklindeki raflara mahkum kalmam …

4 Şubat 2010 Perşembe

Hakkınız Yok Lan!!!

Benim annem her anne gibi dizikoliktir. Mevcut dizilerine yenilerini ekleye ekleye  dış dünyayla bağlantısını koparma derecesine geldi nerdeyse. Bide kabul etmez dizi manyağı olduğunu, "amannn izleyecek başka bişiy mi var ki" diyerek kendini haklı çıkarmaya çalışır. Yeni bir dizi başlamış, ismi Aşk ve Ceza.İsme gel hele, belli ki yasak meyveler (şeftali ve muz aklıma gelen) yenecek, entrikalar ve zalimliklerle kesilen cezalar çekilecek. Amanii bide ağalık sistemiyle anlatılmaya çalışılan doğu batı sentezi varsa tadından yenmez o meyveler. Başrolde de Nurgül Yeşilçay ve adını şimdi öğrendiğim Murat Yıldız var. Bu çocuğu daha evvel de bikaç dizide de izlemişiz. Tipsiz, gıcık sestonlu, vasat, hırto bişey. Bu özellikler daha gerçekçi bi karakter olmasına sebebiyet vermiş, hoşuma gitmedi de değil hani . Neyse dizi yeni başladı 1 ay falan oldu sanırım.Unutmadan  bir Kudret Sabancı dizisi bu. Hani şu koca koca jiplere binen, bayan oyuncusuna tost ısmarlarken (tost yemekte erotik bi anlam içeriyo ya artık daha ne diyim) basılan, dizilerinde hep büyük, kocaman, güçlü, kudretli imajını abartılı bir dille vurgulayan (büyükçül adam küçük pipi ) Kudret Sabancı. Usta yönetmen dizi müzikleri konusundaki titizliğini burada da göstermiş ve diğer dizilerinde olduğu gibi bu dizisinde de Kıraç ile çalışmış. Hani şu anlamsızca ‘ağğğğhhhh,vağğhh’ nidalarını sanki yeni keşfedilmiş keman, viyolensel ve gitar gibi enstrümanlarla bezeyen hoyratçıl müzisyen Kıraç  
Neyse efendim bu dizinin ilk bölümüydü, ben her zamanki gibi odamda asosyal modundayken annem seslendi. Gel bak dizideki kızda senin gibi müşteri temsilcisiymiş diye. Annelerin dizlerinin dibine oturtma isteği dizilerde iyice kabarıyo ya anlam veremiyorum. Kız çokkk büyük bi reklam ajansında bakire ve başarılı bir müşteri temsilcisi. Bakire sıfatını özellikle kullandım yazının ilerleyen kısımlarında buna değineceğim.Tam annemin beni görmek istediği gibi bir kız yani. Çok çalışkan, nişanlı bide evlenmek üzere ama bebeye koklatmıyo, neymiş ölmüş babasına söz vermişmiş evlenmeden kimselere vermicem diye. Bir babanın ölmeden önce bi evlattan isteyeceği son şey bumu lan! diye kanal değiştirilmeliydi o dakka ama anne yüreği işte, içlendi annem. Bu bebeye vermiyo ya, adamda naapsın bi takım ihtiyaçlarını gidermek için kızın ajanstan meslektaşı olan bi zilliyle oynaşıyo gizli gizli. Buraya kadar annemin hayal ettiği kız evlat imajı cuk oturuyo. Kader kurbanı karakterler annelerce hep sevilmiştir. Annem arada bir ilgimi kaybettiğimi farkedince, "sizin ajansta böyle kalabalık mı?Patronunlarınız bu Bora Bey gibi iyi mi? " tarzı sorularla dikkatimi çekmeye çalışıyo. Aa bi baktım dizi bir anda heyecanlandı, ben de keyiflendim, ama annemin tadı kaçtı. Çünkü kız nişanlısını kendi yatağında iş arkadaşıyla havlet durumunda bastı, ufak çaplı bir cinnet geçirdi, nişanlı olabildiğine hödük “ ama sen buna mecbur ettin, koklatıp vermedin ” çemkirmeleriyle üste çıkmak için çabaladı yazık. Bakire Nurgül ise “10 gün daha sabredemedin, ölmüş babama sözüm var ” diye çığlık çığlığa yatağı, döşeği parçaladı. Sonra bakire Nurgül doğruca Bodruma uçtu, annesi orda yaşıyo. Direkt bi bara gitti. Western filmlerindeki kovboylar gibi bara oturup, kafayı kaldırmadan dik dik, " bana bi jack dedi ". Bardaki eleman da esas oğlan bu arada. Barın sahibinin arkadaşı ya eleman, olabildiğine large hareketler falan, evim gibi lan burası diye geçmiş bara viski koyuyo kendine. Ama kompleks falan da yapmıyo haa  ben barmen diilim diye, anadolulu bi taraf  var çocukta aferim. Bakirem Nurgül kafasını kaldırmadan yineliyo alkol isteğini. Barmen görünümlü esas oğlan, emin misin diye bi küçümsüyo bunu, bunun tepesi atıyo " viski dedik ya lan " tarzı bi cümle kuruyo. Esas oğlan alabildiğine renkli bi meyve kokteylini Nurgül’ün önüne koyuyo. Asabi bakire Beyzanın Kadınları bakışı atarak  " gazoz mu istedim len senden düdük, vereceksen ver vermiceksen bi siktir git "tarzı ayıpçıl şeyler söylüyo . Neyse esas oğlan benden günah gitti diye viskiyi veriyo. Kız viskiyi fondip yapıyo,ağız muşamba gibi büzüle büzüle . Doldur diye  çatt  deske koyuyo bardağı. Çocuk cıkcık bakışı atarak ama bi taraftan da böyle hoşlanarak (ooo karı sağlam içiyo abi, bugünde ekmek çıktı bize ) içkiyi tazeliyo, kendi de eşlik ediyo. Bakirem 3-5 derken götü masaya bırakmadan az evvel  esas oğlanla sohbete tutuşuyo. Ama nası özgüvenli, kaşar edalarında. Halbu ki çocuk bi bilse açılmamış narin bir gonca olduğunu o dakka yerin dibine girer ama heyhattt. 3 cümleden sonra esas oğlanın tekneye gidilip traka traka durumları yaşanıyo. Amani kız bakire, esas oğlan afallıyo. Kafası karışıyo, duştan çıkıyo belinde peştamal, bi taraftan da baş havlusuyla saçlarını siliyo, "çok şaşırdım bakire olduğuna, ilk için neden ben? " tarzı bi cümle ağzında gevelenirken bi bakıyo hatun çoktann gitmiş. Bakireliğini az evvel teslim eden Nurgülüm giderken kolyesini yatakta unutmasın mı? Hah burada modern sindirella imajı veriliyo ince ince. Ama sayın senaristler şunu hiç düşünmüyo; o kolyenin yatakta öyle kopmuş bir biçimde durması demek, gayet haşin hatta 'parçala beni barmenim' çığlıklarıyla  yankılanan bir sevişme aktivitesi gerçekleşti demek. Bakire bir kız için olağanüstü bir performans değil midir bu?. Hayır şifonyerin üzerinde falan unutulsa falan anlıcam, edepleriyle uslu uslu takılmışlar diye. Bekareti de gitmiş  Nurgül kendini yollara vuruyo öğüre öğüre, ben naaptım ölmüş babam falan dedikçe cinleniyo. Annesine zor atıyo kendini. Anne kapıyı açtığında dehşete kapılıyo. Kız öyle bitap düşmüş ki, sanırsın  10 kişi ormana götürüp önce sevip sonra dövmüş. Bildiğin yataklara düşüyo bu, alnında sirkeli  havlu falan, ana yüreği lan naapsın.Ve hatun ilk tecrübesinden hamile kalıyo. Buraya kadar tüm bu olaylar ilk bölümün 1/2' lik kısmı. Sonrasında esas oğlan mecnun gibi bekaretini bozduğu kızı arıyo Bodrumda. Kızsa normal yaşantısına dönüyo İstanbul’daki kurtlar sofrası ajansında. Patronu da kıza aşık ha, böyle geç saatlere kadar çalışılcağı zaman, ‘canım benim bu ezikler çalışadursun gel ben seni evine bırakiim’ diye özel hizmet derdinde. Kız da o kadar saf  ki anlamıyo, ‘Bora Bey beni eve bırakacak, ii geceler’ diye veda ediyo. Millette e haklı olarak ‘nası bi muameseli varsa kaltağın’ şeklinde arkasından konuşuyo. 
Yazık annem beni çağırdığına bin pişman, "amannn bunlar da iyi başlıyo sonra sapıtıyolar ha" diye ilgimi televizyondan çekmeye çalışıyo. Yuhh daha ilk bölüm neydi de nooldu sanki . Velhasıl çocuk deli gibi Bodrum, Istanbul demeden adını dahi bilmediği bekaretini bozduğu yosun gözlüsünü arıyo. Valla acayip sinirlendim. Bu ne lan hatun bakire diye mi yani tüm bunlar?. Kız tecrübeli olsaydı o dakka teknede biterdi dimi dizi? Abicim en eğitimlisinden tut en cahiline kadar tüm erkekler bakire kız peşinde yuh lan diye kendimce sosyal çıkarımlarda bulundum durdum. Ama yalan mı yani, bebe sonraki bölümlerde de kızı unutamamış, aklından çıkartamamış(dizi evde yasaklandı, internetten özetlerini okuyorum). Nooldu da neyini unutamadın, adını bilmezsin, konuşmamışsın, teknede öyle alalece kolye kopartmaca şiddetinde  bişiy yaşamışsın, beraber duş bile almamışken yosun gözlüm diye mal olmuşsun. Aşk mı yani bu? Siktir, basbayağı erkeklerin bakire kız merakının primetime yansıması bu! Bak gene dellendim. Neyse zavallı annemin dizi sonundaki halini görmelisiniz. Çağırdığına çağıracağına bin pişman, alı al moru mor. Hayalindeki evlat tuzla buz olmuş, kalmış mı bana, oh olsun! Sonraki günlerde ısrarla Aşk ve Ceza'yı  izleyelim noolur dediğimde  ürkütmeden çemkiriyo, "amannn salak salak işler, geniş aile çok daha güzel en azından komedi, bıktık artık ağa dizilerinden" diye savuşturuyo mevzuyu. Non-bakirelere bunu yapıyosunuz ama annelere yapmaya hakkınız yok lan!!!

3 Şubat 2010 Çarşamba

Kaplumbağa Terbiyecisi

Oda arkadaşımla geçen hafta dellendik, önce masaların konumunu değiştirdik, onu oraya ittik bunu buraya derken anladıkki 3x3 m’lik kütüphaneyi kaldırmadan oda bi boka benzemeyecek.Eşyaları tekrar eski haline getirdik.Zorunlu kılınan düzeni kabullenemedi bir türlü bünyemiz, bi değişiklik olmalıydı.Mevcut yaşantımızda yapamadığımız değişiklik özlemini odamıza maal ettik.İki masanın arasındaki açıklığa sehpamsı bişiy koyduk, “örtü falan getirsek fiskos masası yapsak bunu, öğle araları türk kahvesi içip patronlarımızı ve iş arkadaşlarımızı çekiştirsek nasıl olur” dedim.Türk kahvesi bana çarpıntı yapıyo diyince arkadaş o hevesim  de kursağımda kaldı.Peki bu sehpanın üzerine ne koyalım diye düşünürken, kısa bir süre önce alt katta açılan akvaryumcu geldi aklımıza.Ya balık alacaktık yada kaplumbağa . “Fish doesn't think because fish knows everything” desekte tercihimizi kaplumbağalardan yana kullandık.Hayatı boyunca kedi beslemiş bir insan olarak sucul bir hayvanla ilk münasebetim olacaktı bu, heyecanlıydım.Önce 1 tane aldık, erkek olsun dedik.15 kişilik ajansta 13 hatun canımıza yetiyodu zaten .Sonra kıyamadık yazık, bunun canı sıkılır diye bide bayan arkadaş alalım yanına dedik.Kaplumbağaların cinsiyeti ters çevirdiğinizde göbeklerindeki lekelerden anlaşılıyomuş.Lekesi yoğun olan erkek, az olan dişi imiş.Aldık hayvancıkları geldik odamıza.Hayvanlar birbirlerinden irite oldu, lan bunlar hemcinsmi aceba diye kaldırdığımızda anladık ki satıcı bize 2 adet erkek satmıştı.Avuçladığım gibi aşağı indim.Baba evine bırakır gibi bıraktım akvaryumuna, allahtan duygusal bağ kuracak kadar zaman geçirmemiştik.En seksi dişiyi rica ediyorum dedim, toplu iğne başı gibi ağzı olan kaplumbağalardan kısmen kalın dudaklısını seçip odamıza getirdim.Akvaryumuna koydum ancak bu yeni gelen de pek sinik bi tip çıktı.Neyse alışırlar zamanla diye oturup bekledik.Erkeğe apple dişiye pc dicektik ki insan hemcinsini böyle aşşağılar mı diye vazgeçtik.Fiona dedik ona da.İş arkadaşlarımız birer ikişer yavrularımızı görmeye geldi.Keyiflendik, gelenimiz gidenimiz eksik olmadı 2 gün.Lakin hayvancıklar değil yanyana durmak birbirlerine bile bakmıyodu hala.Ve bugün anladık ki dişi diye aldığımız kaplumbağa da aslında erkekmiş. Üzüldük çok ama alıştık hergeleye, kıyamadık, veremedik.Hermafrodit bile olsa bağrımıza basarız icabında diye kabullendik.Arada bi yürütüyorum ben bunları , masama A3 koyuyorum üstünde pıtı pıtı masanın kenarına kadar yürüyüp boşluğa bırakıyorlar kendilerini, ama böyle sanki suya dalar gibi.Piskopatça belki ama çok hoşuma gidiyo havada süzülüş anları, o hissi ben de yaşamak istiyorum belkide bilmiyorum.1-2 salise sonra havadayken yakalıyorum bunları, afallıyolar, direkt sırtüstü atıyolar kendilerini.İyi oldu odamızda gerçek anlamda 2 hayvanın olması.Her ne kadar kafalarını sevip, hanimiş minimiş diye sevsem de bi parça tırsıyorum galiba ben kaplumbağalardan ya.Kafaları yılan gibi geliyo, sanki böyle çatallı bi dil çıkacakmış gibi korkuyorum gözgöze gelme anlarında.Alışırım umarım zamanla...

2 Şubat 2010 Salı

Mahsenimden

Bugün güneş koktu burnuma

Baharın kışkırtıcı aşifteliğini hissettim Şubatın 2'sinde

Çocukluğumdan beri mutsuzken sığındığım, mahsenimdeki o görüntü belirdi yine içime hemde kendi kendine

Yıllar geçtikçe daha da netleşen ve değerlenen o kare işte

Sakin bir bahar öğleden sonrası ve ben upuzun çimlerin üzerinde

Uzanmışım düpedüz

Yüzümde çizgi filmlerdeki gibi koca bir gülümseme

Şimdilerdeki yara gibi gülüşüme inat bir teşhircilikte

Ellerim taze ısınan etime tezat yeşil bir serinlikte

Tıpkı kalbim gibi

Serin, acelesiz ve dingin

Sanırım huzur bu

Arada bir ellerim burnumda

Taze çimen kokusu varlığımın yegane kanıtı

Yalnızım ama seçimim olan bir yalnızlık

Hem güneş var benimle flört eden

Batmak üzereyken yüzümü yalayıp geçen

Göz kapaklarımda bir karıncalanma ama gerçek bir karınca

Böyle pıtı pıtı, sürme hizasında nizami dolanan

Saygılı bir şekilde teslim ediyorum gözkapaklarımı ona

Gözyaşı pınarımdan aşağı doğru yürüyor kararlı adımlarla

Burun deliklerime yaklaştığında hanımefendiliğim tuzla buz oluyor

Koca bir hapşırıkla karınca havalanıyor

Uçuyor, ama öyle böyle değil

Burnumun ucuyla sınırlanmış gökyüzümde kayboluyor

Her seferinde daha uzun süre dayanıp, daha yükseklere uçuruyorum o karıncayı

Çünkü biliyorum gözü yükseklerde bu karıncanın

Benim mahsenimde saçlarım uzundur, baharın ılık rüzgarlarının hakkını versin diye

Ruhum alabildiğine dolgun bedenimse beni taşıyan binlerce çimene minnettar, işte o karınca kadar

Bu görüntü işte tamda bugün işe gelirken içimde ve burnumdaydı

Şanslıydım , tanrı benden makas aldı bugün…