30 Nisan 2010 Cuma

Gastroloji-geriatri ve yalnızlık üzerine saçmalamalar

Hastayım. An itibari ile evde yatak döşek yatıyorum. Midem ve bağırsaklarım gece boyu isyandaydı. Bunlar yetmezmiş gibi aniden fırlayan ateş ve beraberinde vücuttan boşanan soğuk terler sayesinde gözlerimin önü karardı. Tuvalette bayılıp yığılmama az kalmıştı ki annem yardımıma yetişti. Tuttuğu gibi kaldırıp yüzümü yıkadı buz gibi suyla. Zehirlenmiş olabileceğimi ve zaman kaybetmeden bi an evvel  kusmam gerektiğini söyledi. Çocukluğumda  fazlaca aburcubur yediğim  yada soğuk betona oturduğum zamanlarda öğrenmiştim rahatça kusmayı. Sonrasında hastaneye gittik işte. Hastanelerin acil servislerinden nefret ediyorum özellikle de geceleyin. Garip garip bi dolu insan oluyo.
Her iki yanından ne idüğü belirsiz hırtolarca kollarına girilip, adeta sürüklenerek getirilen bi kız gördüm. 20'lerindeydi henüz. Alkol komasındaydı ve bilinci tamamen kapalıydı. Yanındaki hırtolar öleceğinden korkup getirmişlerdi belli ki. Herkes o kadar ilgisiz ve duyarsızdı ki kıza. Bi sedye geldi. Hastabakıcılar kızın yanındaki serserilere dönüp, 'koyun şunu şuraya' dediler tiksinerek. Kız altına yapmıştı ve saçları kusmuk içindeydi. Rezaletti ya, kızı karga tulumba sedyeye attılar. Öğürük midem manzarayla beraber tekrar taarruza geçti.
Allahtan beni içeri aldılar yoksa mideyi oracıkta bırakacaktım. Teşhis: gıda zehirlenmesi. Yediğim her şeyden olabilirmiş, yada gece yatmadan evel içtiğim ağrıkesiciden. Kustuğumu öğrenince doktorun yüzündeki rahatlama ifadesini görecektiniz. E haklıydı da, gece gece kim uğraşacaktı şimdi mide yıkamakla. 2 şişe serum verdikten sonra bol bol sıvı tüket tembihiyle eve yolladılar.
Saatler geçmiş olmasına rağmen  ağrılarım, sancılarım ve bulantılarım bi türlü azalmadı. Midem bulanacak korkusuyla su dahi içemiyorum.
Çocukken hastalanmaktan korktuğumu hiç hatırlamıyorum hatta sevinirdim bile. Çünkü hastalanmak: okula gitmemek, annemle daha çok zaman geçirmek, çizgi film izlemek ve istediğim her şeyi yaptırmak demekti. Ama böyle kazık kadar olunca hastalıklar korkutuyo artık insanı. Ya ülsersem, ya kansersem, ya tümor varsa, ya 2 aylık ömrüm kaldıysa?... Hastalandığım anda moralmen çöküyorum. Bide hasta ve yalnızsan çok koyuyo bee.
Annem sabah erkenden çıkmak zorunda kaldı. Bi yandan ağlıyorum, bi yandan gitgide inen tansyonumu ölçüyorum, bi yandan da bişiyler içmeye çalışıyorum. Kendine bakmaktan aciz küçük çocuklar gibiyim şu an. Ya annem ölürse ben ne bok yerim diye düşünüp, daha da çok ağlıyorum.
Bikaç güne kadar biraz daha yaşlanıyor olmanın verdiği huysuzluktan mıdır nedir bilmiyorum ama bugün ota boka ağlayacak durumdayım. Yapılabilecek tek şey var, su içmek...

25 Nisan 2010 Pazar

Sinema sektörü hele bene bi bah!

Yıllar içinde kendime bir huy edindim. Bi kişiyi unutmak mı istiyorum ? (kadın-erkek fark etmez) Çok mu canımı yaktı?  Yada onun adını duyunca etrafı kırmızı mı görmeye başladım? Hooppp hemen tüm kişisel iletişim bilgilerini ( tel, msn, feysbuk) silerim. Hafızam  bu konularda zayıf olduğu için de hiçbişeyi hatırlayamam tekrar. Haa bazen çok kuul bi davranış gibi durabiliyo bu.
Misal adam canını sıkmış, silmişsin tüm bilgilerini. Aradan 1-2 hafta geçince kıllanıp arıyo (paşalar hep vazgeçilmez zannederler ya kendilerini) Bikbik 2 laftan sonra ‘niye aramıyosun’ diyo bide utanmadan. ‘Çünkü sildim yavrum numaranı’ dediğin anda ‘peki-tamam-oldu-şimdi böyle mi oldu yaneee’ bozulma kelimeleriyle olay mahalini terk ediyo. Senin de içinin yağları eriyo, deneyin!
Ama sistemi tam olarak oturtamadım sanırım. Msnden siliyorum ya mesela birini, engelleyemiyorum. Ne bilim engellemek sanki kan davası gütmek gibi geliyo bana. Hasılı yapamıyorum işte.
Neyse, geçenlerde yine canımın sıkılması sonucu sildiğim bi eleman msnden msj yazdı
- Selam sanita
-Hayırdır?
-Fotonu gördüm hislendim, ama görüyorum ki tırnaklarını çıkarmışsın yine
-Sadete gel
-Sadet falan yok, pişman oldum zaten msj attığıma
-Pişman olacağın şeyleri yapmakta üstüne yok zaten
-Al işte gene başladın, offf
-Maria Elena rolünü kabul etcek bi gerizekalı bulamadın mı yoksa?
 Burda bi parantez. Şimdi bu götlalesi eleman,  bana idealindeki  ilişki tanımını yapmıştı. Ben anlamayınca da örneklendirmişti. Vicky Cristina Barcelona filmindeki Penelope’nin oynadığı rol var ya Maria Elena, hah işte o rolü de bana teklif etmişti. Hatta bide yüceltmişti. ‘Bu konum öyle bir konum ki diğer kadınlara benzemez, sen hayatımda hep var olacaksın’ diye. Ben de onun entelektüel yaklaşımından oldukça uzak bir yorum yapmıştım. ‘OOo paşama bak. Vickyle kırıştıracak, Cristinaylan iş tutacak sonrada götünü yediğim Maria Elena yapacak. Sen şuna harem kurmak istiyorum yavrum desene’ diyip siktiri çekmiştim.
Elemanı yine benzer tarzda uğurladıktan sonra , erkeklerdeki bu davranış deformasyonları takıldı aklıma. His ve davranışlardaki bu rahatsız edici cesaretin nedeni neydi. Fabrika çıkış ayarlarını bu denli bozacak bişey olmalıydı.  Biraz düşününce suçluyu buldum.
Bu işin tek suçlusu vardı, o da sinema sektörü. Çünkü bu erkeklere bişey göstermeye gelmiyo , işlerine geliyosa hemen özümseyip, uyguluyolar.
Adamlar Rocco’yu bi keşfettiler, çatçut dalmaya başladılar. Misyoner dışında pozisyon bilmezlerken , hepsi profesyonel porno yıldızı gibi blowjob, cumshot, bondage hizmeti istemeye başladılar. Anası babası da sanki bunları yapıyomuş gibi o derece özümsediler.
Sonra Çağan Irmağın Issız Adam buluşu. Tam dayaklık, kronik tatminsiz heriflerin kurtarıcısı oldu resmen. Kızlar zorla, sürükleye sürükleye götürdüler sevgililerini filme. Erkekler sinsi sinsi izledi, kızlar hüngür hüngür ağladı sinema salonlarında. Sonra ne oldu? Durumları meşrulaşan herifler ‘bağlanamıyorum, ait hissedemiyorum’ laflarıyla o kızları terk ettiler. Bu kez o kızlar, kendileri için ağladılar.
 Yetmezmiş gibi şimdi de  Woody Allen’ın poligamik fantezisi çıktı  başımıza. Eskilerin deyimiyle tek çiçekle bahar olmaz durumu yani. Şimdi bunun karmaşasını yaşıcaz galiba, kim Vicky kim Cristina diye.
Evvelden erkeklerin bu tarz davranış ve isteklerine kafayı yemiş, cinsi sapık falan diyoduk. E şimdi oldukça normalmiş gibi gösterilen tüm bu durumlara ne diyeceğiz? Ben siktir demeyi tercih ediyorum ama sizi de merak ediyorum.

21 Nisan 2010 Çarşamba

Görücü tekliflerine açığım!

Cuma günkü kabus gecenin ertesi günü full depresyonla geçti. Yataktan çıkmamak suretiyle bulduğum tüm abur cuburları tüketip, film ve dizi izledim. Kimseyle tek kelime etmedim.Ve pazar günü çiçek gibi uyandım. Bu dengesiz herifler yüzünden tam manikdepresif oldum yeminle.

Nefüs bir pazar kahvaltısından sonra dışarı attım kendimi. Hah işte şöyle ya, çiçek, böcek, mis gibi oksijen, sana herif mi yok lan düsturu ağzımda full neşe gezindim. Ferzan Özpeteğin filmine gittim sonra (Serseri mayın filmin ismi). Ya ben bu adamın filmlerine bayılıyorum. Sinema terminolojisine uyar mı yorumum bilmiyorum ama, inanılmaz lezzetli bi filmdi. Film bittiğinde yine, ‘ ipnelik ne güzel bişey, herkeş herkeşi cinsiyet ayırmadan sevse’ diye çıktım. Yanlış anlaşılmasın, eşcinsel falan diilim, hatta en büyük sıkıntım erkekleri fazlasıyla sevmem. En az Ferzan kadar seviyorum valla bak.

Sinema sonrası full fastfood ve alkolle günüm daha da şenlendi. Klişe biliyorum ama, neden seratonin salgılatan yiyecek ve içecekler bu kadar zararlı. Bağımlı olmayalım diye zaar.

Ha bu arada görücü usülüyle birini bulmaya karar verdim. Gerçi en sonki deneme tam bir fecahatti. Annemin yıllardır katıldığı bi gün var böyle 20 yıllık falan. Ölen teyzelerin yerlerine gelinleri yada kızları katılıyo. Neysecime geçen sene kendi aralarında konuşurlarken hanım teyzelerden biri demişki, ‘bizim bi ahbabımız var oğlu bekar, ateşe olacak ilerde yurttdışında yaşayacak, ama yalnızlık tak etmiş canına. Senin sanita da bekar madem bi görüştürelim’. Annem kızacağımı düşünüp reddetmiş önce, sonra bunun kanına girmişler bi dene diye. Annem söyler söylemez ağzına tıktım resmen lafları. ‘Görücü usülüne mi kaldı işim o kadar vahim yani, benim özel hayatım sizin günün mezesi mi yani, bu nası iş’ falan diye. Sonra sinirim geçince gidip yanına sordum. ‘Kaç yaşındaymış bebe’ diye.

Neysecime teoride herşey süper. Ama annesiyle kız arattığına göre kesin sümsük bişiydir bu diye düşünüyodum ki annem , ‘ya kızım o da belki senle aynı durumdadır’ diyince empatiye sevk ettim kendimi. Annem çocukta açılmamış gül goncası imajı yaratayım diye cebimi vermemiş . Evden aradı yazık. Neyse, bu gelip evden alayım seni diyince adresi verdim. Kararlaştırılan saatte bi araba apartmanın önüne yanaştı, evi aradı ve aşağı indim. Bu ne biçim müstakbel ateşe lan dedim, arabayı bi göreceksiniz dökülüyo. İçerisi de ahır gibi kokuyo. Neyse bindim araca. Aboo tam imam hatip tipli bişiy. Saçına barı bi jöle süreydin lan. Nereye gidelim diyince yakınlarda bi yere gidelim dedim. Peki diyip bi alt caddedeki pastaneye götürdü beni. Liseli bebelerin takıldığı bi pastane burası bu arada. Neyse hanımlığımı bozmadım. Limonata söyledi bu, gülesim geldi iyice. Bira içecek diiliz ya diye ayar verdim kendime.

Bu konuşmaya başladı. Ay nasıl tiz bir ses tonu. Olan libidoyu da aldı götürdü benden. Tam görücülük bi muhabbet. Ne okudunuz, ne ile meşgulsünüz, kaç kardeşsiniz. Tam mülakat valla. Afakanlar bastı mı bana. Ha bu arada eleman da hayalkırıklığına uğradı. Malum, benim tipim de ona göre diildi. Mevsimlerden yaz olunca haliyle giymişiz askılıyı. Bide yeni yaptırmışım dövmeyi serde göstermekte var ya. Adam da irite oldu mu. ‘Dövme seviyosunuz galiba derken’ atsinaa görmüş gibi bakıyodu küçük prensime. Ya siz diye sorunca, ‘bedenime dışardan müdahelelerden hoşlanmam’ dedi. Bu nası cevap aslanım ya. Sanki memişlerin estetik mi diye sorduk. 1 saat kabus gibi sorularla zaman öldürüp kalktık. Ama ikimiz de bitse de gitsek modundaydık. Bu beni eve bıraktı, görüşürüz diye yalandan sırıttık. Bi daha ne o aradı nede ben.

Başımdan böyle bir tecrübe geçmiş olmasına rağmen bi arkadaşım tekrar soktu aklıma. Yani böyle aileler karışmadan arkadaş aracılığıyla olcak sanırım. Çöpçatanlık deniyo galiba buna. İşte öyle bişiy

Yav amma evlenme delisi gibi duruyorum lan. Yok valla evlenmek diil öncelik. Önceliğim şöyle helal süt emmiş bir sevgili yapmak. Benim bulduklarım ya bardan yada iş çevresinden. Onların da alayı vesikalı pezevenk malum. Bakcez artık.

17 Nisan 2010 Cumartesi

Göt oldum!


Dün sabah yazılan umut dolu yazıya, tokat gibi bir cevap geldi gecesinde. Ulan salak senin neyine kanat takıp uçmaya çalışmak, tekrar umutlanmak, burası dahil herkese ne kadar mutlu olduğunu ilan etmek.  Elin adamı böyle göt eder işte seni. Sen de böyle oturup, ulan  ne sıkı bi götüm ben diye düşünürsün.
Adamın zaten 2 tane sevgilisi varmış ama Allah razı olsun ek kontenjandan beni de dahil etmek istemiş kadroya. Bunu da şöyle öğrendim ( ona kalsa  4lü dönmeye devamdı kesin). Adam gece boyu masanın altından çıtçıt mesaj döşeyip durdu. Ben de romantik aşk filmleri hesabı heralde bana ilanı aşk ediyo, açılamadı kalabalıkta zaar diye düşündüm. Baktım telefonuma ne gelen var ne giden. Haydaa dedim noluyo.  Tamam bananeydi ama ağır ceza katibi gibi hababam debabam yazınca dikkatimi çekti. Bu böyle hafif çakır olup güç kalkanlarını devre dışı bırakınca çaktırmadan  eğilip baktım ne yazıyo diyo. Canını yediğim iphone plazma ekran olduğu için rahatça seçebildim kime ne yazıldığını. Albana isimli bir hatuna ingilizce bişiyler yazdığını gördüm. Gülücükle başlayan ‘I like...’ diye devam eden bi mesajdı. 
Dışarı çıktık.  Yuh lan dedim, bari gidip tuvalette yazsaydın da dibimde tutmasaydın işini . Mal gibi gözüme baktı durdu. Sonra şeytan dürttü, ‘senin sevgilin mi var’ dedim. Adam şeref abidesi ya! Evet dedi. Uzun soluklu bi ilişkisi varmışmış, kız biraz ayrı kalalım kafalarımızı dinleyelim demişmiş. Esi, bu da boş durmayım hesabı teselli ilişkisi yapayım demiş, beni layık görmüş artıklarını vermek için. E peki Albana denen hatun kim diyince, ‘o da arada takıldığım bi fuckbudy’ dedi. Çok neşeli bi hayatı vardı adamın.
Abi bildiğin, bir fuhuş aleminin ortasına düşmüştüm. Ama onore etti beni sağolsun. Benim bu kadar iyi olabileceğimi, her şeyin bu kadar iyi gideceğini düşünmemişmiş. Altı doldurulamayan özürler işte gerisi . Hayatına hiç girmemişim gibi davranmam lazımmış, lütfenmiş, bana kıyamazmış. Adam yayık yayık bunları anlatırken, hangi açıyla vurursam burnunu kırabilceğimi düşündüm durdum. Tecrübeliydim bu konuda. Ama kolumu kaldırcak mecalim yoktu. Bildiğin çöktüm  o an. İfadesizce gözlerinin içine bakıp, pıtırpıtır ağlamaya başladım. Tam 5. sınıf romantik dram tarzı bir filmden veda sahnesi çektik. ‘Peki benim ne suçum vardı’ diyip durdum. Rezalete bak yaa. O da, ‘sen de hiçbişiy yok noolur, kendini suçlama’ diyip durdu.
Şimdi filmi burada bi donduralım. Olum nedir bu en olmadık anlarda bile kendinde hata aramacalar. Ulan adam bildiğin bi götveren. El veren gibi işte, dokunduğunu göt ediyo.  Salak mısın? Benim suçum nedir diye ne diye konudan uzaklaşıyosun. Dingil! Olayda 4 tane özne var, 4ünden de bu pezenek sorumlu diil mi? Ona yüklensene, ne ajitasyona bağlıyosun. Allah belasını versin bu tarz filmleri içimize işletenlerin.
Motor… Eleman mal mal ağlamalarımı, yakınmalarımı dinleyip izledi. Yo yooo kalmamalıydım hayhayhaaayır. Kalkıp hızlı hızlı yürümeye başladım, hiçbişey demeden. ‘Dur ben bırakırım seni eve tek gidemezsin’ dedi. Dönüp, ‘ben hep tek giderim eve, sen mi vardın bu zamana kadar, sakın gelme’ dedim. Aklımca laf soktum işte.  Peşimden gelen kimdi ki zaten. 
Yol boyu takside ağladım. Taksiciyle dertleşmek için can atsam da, ağzımı açacak mecalim yoktu.  Ağladığımı gören taksiciyle telepatik bir anlaşma yaptık sanki, dinlediği ağlak müziğin sesini biraz daha açtı. Laheylaheyy uzun havaları eşliğinde hıçkıra hıçkıra eve geldim.

16 Nisan 2010 Cuma

Gecikmiş bir bahar yazısı


Üniverstedeyken bi sevgilim vardı. 3 sene dipdibe bi ilişkimiz olmuştu. Yapışık ikizler gibiydik. Ayrı okullarda olmamıza rağmen 15 dk’lık ders aralarında bile bulurduk birbirimizi. Bi süre sonra hastalıklı bi hale geldi ilişkimiz, dakka yanından ayrılamaz hale geldim. Üzerimde inanılmaz bi baskı vardı, kimseyle tek başıma görüşemiyodum. Sınıftaki kızlar buluştuklarında artık aramıyolardı beni, sayko sevgilim huzur vermez diye. Binbir trajedi ve ajitasyonla zar zor ayrıldım ondan. 

İlk 1 hafta boşlukta yüzüyodum resmen. Öyle bi baskı kurmuş ki üstümde karşıdan karşıya geçerken bile tereddüt ediyodum. Karar mekanizmam sıfırlanmıştı. Onun elini tutmak dışında başka bir işlev görmeyen sağ elim, ondan ayrıldıktan sonra nerelere konacağını nasıl duracağını bile bilemez haldeydi. İnsanlara karışmam baya zaman almıştı. Koruyup kollanmak olarak algıladığım şey aslında tamamen onun ego tatminiydi. Özgüvenimi benden almıştı, suyu sömürülmüş bir posaydım resmen. Kendi düşüncesi olduğunun bile farkına varamayan bir zavallı olmuştum onun sayesinde. Ondan önceki zamanlarım tamamen silinmişti hafızamdan. Eskiye dönmek gibi bir lüksüm yoktu artık, o yüzden yepyeni bir ben edinmeliydim.

Yeni beni oluştururken malzemeden o kadar çalmıştım ki, sonrasındaki hayatımda hiçkimsede korunma ve kollanma hissi oluşturmadım. Hatta tam tersi, beni bezdirmek için erkeği dişisi türlü taktikler, numaralar uyguladılar. Ne kadar az beklenti o kadar çok mutluluk düşüncesi mottom olmuştu. İnsanların da işine geliyodu tabi. Karşısında istemeyen, talep etmeyen bir insanla formal ilişkiler yaşamak zorunda kalmıyolardı haklı olarak. O yüzden bana yaklaşanlar medeni hallerini rahatça afişe ettiler.
Yalnızlıktan korkan ve bi o kadar da nefret eden bir insan olmama rağmen yalnızlık benim seçimimmiş gibi davrandım.

Ece Temelkuran’ın bir yazısını okudum  bigün ve yeni benin tanımını gördüm orda.

Konuşmalar yapıyor takır takır, şakalar ediyor ha ha ha, zehir gibi cümleler bırakıp orta yere gidiveriyor, şarkılar söylüyor lay lay lom, haberler veriyor, başka dillere dalıp dalıp çıkıyor, yoruluyor, öpüyor, yine öpüyor, bilmiş bilmiş sıralıyor fikirlerini, kendiyle dalga geçiyor bazen, boyanıp boyanıp nafile yollara düşüyor, şaşakalıyor, açık kalıyor, çocuk gibi oluyor, ısırılıp parçalanıyor. Bu dudaklar başka dudak, siz bilmezsiniz, bazen çok fena titriyor. Her şeyi çatır çatır söyleyen bu dudaklar bazen, o kötü şakaları yapınca siz, o garip cümleleri ediverince, kırılıp yere düşüyor. Bakmayın siz ölçülü bir biçimde, kilitlenip gülümsediğinde, eve gidince sınıfta çiş yapmış çocuklar gibi utanıyor.
Bir de bir göz var, Allah sizi inandırsın, her şeyi görüyor. Parlaması oluyor içinden yakamoz fırlatarak, dünyanın bütün denizlerinin bir anda üşüşmesi de oluyor çamurdan bir bela gibi, şuraya buraya dalması oluyor nedenini açıklayamayarak, çocukluk fotoğraflarına benzediği anlar oluyor ki bu en tehlikelisi, çünkü yakında bir yıkım gelecek demek ki diye görmesi oluyor çok fena, merhamet dilenmesi oluyor kendine çok fena kızarak, dünyaları yakacak gibi efelenmesi de oluyor ki Allah Allah!

İşte buydu muhteviyatım. Pek az kişi bildi ve gördü bu dipnotları ve parantezlerin içini. 

Umudumu kaybettiğim bir dönemdeydim uzun zamandır. Ama bu bahar güzel geldi. Kemiklerim kadar içimi de ısıttı . Unuttuğum heyecanları, şapşal ruh halimi yeniden hatırlattı.Yapmayı hep isteyipte ertelediğim tonca şeyi yapabilmek için bir erkişi çıkardı karşıma.

İlk güneşi görüp de  don paça denize atlayanlar gibi olmazsam eğer, ben bu enerjiyle yazı da çıkarırım gibi geliyo.

11 Nisan 2010 Pazar

Shake it up yavrum shake it up!


Bir insanın hayatında hiç mi istikrar olmaz? Hiç mi başladığı işi sonlandıramaz? Bu işin kompetanı odur dedirtemez?
Yok, yok, yok. Yapamıyorum, başaramıyorum bi türlü istikrarlı olabilmeyi. Mücadele hissim yok , konsantrayon problemim var , mantık yerine duygusal sensörlerle hareket ediyorum, bide üzerine başaramama korkusu eklenince böyle ayran gönüllü, maymun iştahlı bişiy gibi görünüyorum. Çok meraklı ve heycanlıyım mesela, bana bişiy anlatmaya gelmez.  Acayip uçuk, ütopik bişiy bile olsa o an olunabilir gelirse bana, bodozlama dalarım her türlü. Asla fizibilite çalışması yapmam. Ama neticeye baktığında ilk arıza durumunda sıkılır bırakırım oracıkta.
Ben de düzgün, net insanlardan olmak istiyorum, çok mu yani?  Elime aldığım her işi sonuna kadar götürmek istiyorum. Böyle ucundan kıçından biçok şeyden anlamaktansa, bi konuda adam gibi uzmanlaşmak istiyorum. Bi işe başlarken ki o heyecanım daim olsun istiyorum.
Misal: bi ara dansa merak saldım, 1 sene kadar latin dansları kursu aldım. Sonra baktım millet dans gecelerini sektirmiyo, yarışmalara falan hazırlanmaya başlıyolar, direkt gerildim ve  bıraktım. Sonra 6 ay kadar funk dersi aldım. Onda da 18lik yeniyetme lastik gibi kızların arasında, latinden kalma alışkanlıkla Jamiroquai’da kalça sallıyo bulunca kendimi 4. ayda pes ettim. 
O bitti darta merak saldım. Oynarken bi taraftan sigara ve bira içebildiğin tek spor diye. Neresi spor lan bunun demeyin . Olimpiyatlarda yarışan okçular attıkları okları bile geri getirmezken, sen gitgel Konya yapıyosun habire aslanım. Lisanslı oyuncu oldum. Bi süre sonra takıma alınıp liglerde falan oynamaya başlayınca, beni ufak ufak bi kaşıntı almaya başladı. Maçlara gidiyorum ama bi görceksiniz, yenilirsek dünyanın sonu gelcek gibi bi baskı var üzerimde. Adam gibi keyifli keyifli, ‘ seni de yenerim, biranı da içerim ’ yaklaşımımdan eser kalmadı.  Onu da bıraktım tabi. Dartla beraber edindiğim çevreyi de o barlarda, publarda bırakıp yeni heyecanlara yelken açtım.
Sonra yemek merakım başladı. Ama böyle özel tarifler bulup, yapıp habire millete yediriyorum. Ulan gurme miyim neyim, restoran bile açarım valla modundayım. Bi süre sonra millet e hani yok mu yeni tarif? E hani dünya mutfağı falan kasacaktın nooldu diyince bana bi seğirme geldi, ondan da çektim elimi ayağımı ( Ayağımı özellikle çektim hijyenik koşullara uymuyo diye). 
Bak şimdi takıya merak saldım. Nooldu? Gecemi gündüzüme kattım,  sıfır uyku pahasına bişiyler tasarlamaya çalıştım. Çok keyifliydi o süreç. Zaman geçip mallar birikince elimde, bi siteye koyim ben de satiim millet gibi dedim. Nooldu? Koydum siteye ama ne gelen var ne giden sanal dükkanıma. 2 tane müşterim oldu. Biri ablam biri kardeşim. Gaza getirmek için beni yazık, abidik gubidik nicklerle kolye küpe falan almışlar. Şimdi millet habire soruyo nooldu satış var mı falan diye. İyice gerildim mi abicim. Neyi duymak istiyosunuz yani? Yok abicim tüm diğer işler gibi bunu da beceremedim, benden bi zikim olmazmışı mı  ?  Parası pulu batsın ya, yeminlen prestij meselesi oldu artık bu. Hayır hepsini kendim satın alcam feyk bi account ile o olcak.
Sonra bu blog alemiyle tanıştım. Ooo, acayip hoşuma gitti. Kendi kendime zırvalayabilceğim tek yerdi sarhoş hallerim dışında. Baktım 3-5 izleyicim falan oldu. Hoşuma da gitmedi diil hani. E milletin bloklarına baktım. 100. izleyicime öpücük yolluyorum, 300. izleyicimin gözlerinden öpüp ona sinema bileti hediye ediyorumcuları gördüm, gerilmeye başladım mı. Lan ne güzel şurda mis gibi yazıyodum, niye beni stres ediyosunuz? Şimdi benim 27 izleyicim var diye komplekse mi girmem gerekiyo? Gözünüzü sevim soğutmayın abicim beni.
Nedir yani bu hedef ve başarı merakı? Ulan işyerinde bu kavramlar yüzünden anam belleniyo zaten,  bırakın sosyal hayatta rahat ediyim kardeşim. İlişmeyin, sormayın o nooldu, bu nooldu diye. Gözüme gözüme sokmayın bi işte ya hep, ya hiç olunamayacağını. Önce kendi çeneme sıçim tabi, otu boku herşeyi saftirik heyecanıyla  millete anlattığım için.   
Bıktım lan o olmadı , bunu başaramadım demekten. Ben de, ‘aman sıkıldım, baydı, yol verdim’  diyorum. Çalkalandıkça köpüren, köpürdükçe çabucacık sönen ayran gönüllü oldum çıktım yeminlen.  

9 Nisan 2010 Cuma

varım, yokum, varım, yokum....

Zaman bulupta şurda 2 lafın belini kıramadım kendi kendime. Bilen, özleyen var mı onu da bilmiyorum...Yokluğumun bilançosu şudur:

Bol kafa dalgınlığı

Anlamsız bekleyişler

Alkolün en tatlı noktasında ihanet eden mide ve hortlayan ülser

Neye ve nereye akıtılacağını bilmeyen bi avuç gözyaşı

Dile dolanan en acıklısından şarkılar

Kapandıkça başka başka yerlerden açılan yaralar

Yine benim olmayana depreşen özlem

Yine benim olmayanlarla geçirilen anlamsız zamanlar

İade kabul etmeyen pişmanlıklar

Sokak kedileri gibi sevilip okşanma isteği

Can havliyle edilen tövbeler

Can çekmesiyle bozulan tövbeler

Nereye sığınacağını bilmeyen mülteci bir kalp

Neyi tutacağını bilmeyen kaygan bir akıl

Yaklaşan doğum günüyle büyüyen yaş kompleksi

Göz çevresinde beliren bir çift kaz ayağı

Rezervasyonla kurulan hayaller

Naaa bide bu şarkı
http://fizy.com/s/126r9a

P.s. : Şarkı yüklemeyi beceremediğimden postu  tekrar tekrar düzenledim, kumanda panelinde görüpte saydırmayın diye şeettim:)