17 Ağustos 2010 Salı

Varım, yokum, varım, yok...



Sıkıcı mı sıkıcı haller içerisindeyim. ‘Kalk ayağa çabuk!’ desem de, içimi bir türlü doğrultamıyorum.

Konuşuyorum, gülüyorum, güldürüyorum, dinliyorum...Ama bunları kapasitemin sadece % 20’siyle yapıyorum. Hava atacak değilim, lakin % 100’leri görmüş bu bünyeye %20’ler fotosentez gibi geliyor inanın. Yalnız kalmakta istemiyorum çünkü o zamanlarda yaptığım tek şey oturup sabahtan akşama, beynimi uyuşturuncaya kadar film yada iz tv izlemek oluyor.

İnsan kendi ruhunda kendini mülteci gibi hisseder mi? Daha iyi imkanlar, daha insanca yaşama umuduyla vatanından kopup gelmiş, ama ömrü boyunca özgürlüğü elinden alınmış, sinik  bir şekilde yaşamaya zorlanmış gibi hissediyorum. En kötüsü de kendimi irdeleyip durmak. Hiçbir zaman ihtiras rüzgarlarında savrulmadım ancak 32 yılın çetelesini tuttuğumda koca koca delikler görüyorum her seferinde. 7 yıldır tahammül etmeye çalıştığım bir işim, kırık dökük arkadaşlıklar, ha bire çatırdayıp bir anda ortada kalacağım hissi yaratan aile bağları, temasın ötesine geçememiş ilişkiler...

Çocukluktan beri tek sığınağım olan kaçıp gitme umudumun tuzla buz olması belki de beni bu ruh haline gark ediyor, bilemiyorum. 4 yaşındayken annemin ve babamın piskopatça ‘biz senin gerçek ailen değiliz’ geyiğiyle başlamış bende ki bu kaçak benlik. Onlar bu cümleyi kurup sırıtarak benim tepkimi izlerlermiş. Her seferinde odama gidip bulduğum ilk poşete kıyafetlerimi doldurup kapının önüne gidip dikilirmişim, beni gerçek aileme götürün diye. Bizimkilerin sırıtışı kahkaya dönüşürmüş. Bir süre sonra benim bu soğukkanlı seri katil hallerim aile sınırlarını aşmış. Eve gelen her misafire ‘göster bakalım sanita, nasıl bohçanı toplayıp gidiyorsun’eğlencesine dönüşmüş.

Lisedeyken kaçıp gitme umudumu o dönemlerde moda olan, ilaçla intihar yönteminde aramıştım. Hayat yeterince pislikti zaten, bu kokuşmuş dünyada mesai doldurmanın bir anlamı da yoktu. Serde varolan intihar edenler cehenneme gidiyomuş korkusuyla önce abdest alıp, sonra bir avuç dolusu talcidi suyla yuvarlamıştım. İçtikten sonra it gibi tırsıp doğruca annemin yanına seğirtmiştim, “ben bi bok yedim” diye. Doktor müdahelesinden sonraki utancımı anlatamam. Ablamların sırıtışlarını gördükçe yerin dibine giriyordum ama yine de kuyruğu dik tutuyordum. Eylemlerim devam edecek mücahitliğindeydi gönlüm.

Üniverstedeyken mağcera dolu amerikaaa özlemiyle yanıp tutuşuyordum her özenti genç gibi. Bu kez kesin kaçacaktım, arkadaşım Ayfer’in annesinin gizli zulasındaki hac parası yegane umudumuzdu. Kadın baskıcı kocasından gizli gizli para biriktirmiş, kocadan bulamadığı huzuru islamda bulmuştu. İşte Ayfer de o gizli zulayı bulmuştu. “Fırsatlar ülkesinden iyi hac mı olur beaa hacı”  iğrençliğinde espriler yapıyoduk habire. Herşey uçak biletine bakıyordu neticede, sadece gidiş bileti alacağımız için işimiz kolaydı. Ancak Ayfer olaya fazlasıyla kapılıp nasıl olsa Amerika’ya gidicem diye okulu salınca, ailesinin dikkatini çekti tabi. Uyuşturucu kullandığından şüphelenen ailesi Ayfer’i çapraz sorguya aldı ve gevşek bir insan olduğu için ilk sorguda öttü ve bizim hac parası güme gitti.

Üniverste bitip iş hayatına atıldığımda tek umudum zengin bir koca bulup, o diyar senin bu diyar benim gezip, çatır çatır para yemekti. Bi tane buldum da ha! İstanbul’luydu. Zengin değildi ama en azından Ankara’dan kopup gidecektim işte. Sonra belki yürü ya kulum derdi müstakbel kocama da, bende sayesinde koşardım. Nişanlandık falan ama her hazin hikaye gibi çocuğun ailesi beni istemedi. Olaylar büyüdü, büyüdü. Ve ben rest çektim. O kadar emindimki beni seçeceğinden. Nooldu?Götümde patladı, çocuk beni seçmedi.

Sonra şu tuvalet aforizması haline gelen “ kaçıp gitsen de kendinden kaçamazsın”ı belledim. Bi süre ona sığındım. Sonra Kaş’a gittim, orayı görünce , hah dedim tamam aga ben buraya kaçarım. Her yerde dillendirdim bu isteğimi, bi ayağım ordaydı da artık zaten. Aha valla gerçekleşiyo işte dedim, bu kez de benim götüm yemedi.

Sebebi ruh halim sanırım bundandır. Kaş’tan döndüğümden beri “ben needem nerelere gidem” ağlak modunda geziyorum. Sığamıyorum hiçbi yerlere. Canım çıkacakmışçasına sıkılıyorum. Yerine tez elden bir kaçış umudu koymam gerekiyo. Yoksa ayık kafa yaşayamam ben böyle.


10 Ağustos 2010 Salı

Döndüm ama başım hala dönüyor


Seyahatlerin en sevmediğim tarafı döndüğümde bıraktığım şeyleri farklı bulmak yada bulamamak. Evdeki koltuğun yeri değişse bile korkunç bir hüzün kaplar içimi. Giderken herşeyi ama herşeyi dondurup gitmek isterim, bensiz dünya oralarda dönmemeli hatta.

Neyse ki tatil dönüşü herşey bıraktığım gibiydi. İşyerinde beslediğim su kaplumbağam E.T’nin , oda arkadaşım tarafından daha da büyütülen akvaryumu dışında.

Cilvenaz’la olanları biliyorsunuz. Onun üzerine herhangi bir gelişme olmadı. Ne o aradı, ne de ben. Benim aramam zaten abesmiş herkes öyle diyo. Peki neden içim ve vicdanım rahat değil o zaman? Belki o gece ona fazla yüklendiğimden, belki küfüre dönüşen konuşmada biraz sakin olup onu dinlemeye çalışmadığımdan, bilemiyorum... Yada en önemlisi o gece yanında gördüğüm eski kırığım dediğim elemanla sonraki gece beraber olduğumdan.

Al işte değecek adamlar mı ki bunlar? Bugün senle fingirdeyen adam yarın gözünün önünde başka bi hatunu götürebiliyor. Ki bana da aynısını yaptı bak. Ertesi gece gayet rahat, yüzüme bile bakmadan esmer hatunu aldı götürdü evine. Bu rutin değişmez, değiştiremezsin de. Ya kendini koruyacaksın bulaşmayacaksın, yada götün yiyosa onların düzenine uyacaksın. Miden alıyosa sen de ertesi gün onun gözünün önünde başkasıyla gideceksin. Ama sonrasında kendini berbat hissedip, tazzikli sularla yıkayasın gelse de ruhunu işte benim gibi böyle kuul kadını OYNAYACAKSIN. Amann ben istedim ve yaptım diyebileceksin. Demek isterdim Cilvenaz’a, ama olmadı.

Kaş’ta önemli bir gelişme oldu bu arada. Ablamın patronu bana iş teklif etti ordan. Daha doğrusu şöyle oldu; Kaş’a yerleşmek istediğimi bilen abla patronu, “burda yaşayabilmek için yapabileceğin işleri düşün, proje üret, fizibilite çalışmalarını yap ve bana sun. Ben finanse ederim, yeter ki inan” dedi. Al işte en büyük hayalim Kaş’ta yaşamaktı ama iş ciddileşince sevinemedim bile. Hazır mıyım buna? Tatille  orda yaşama fikri, o kadar farklı şeyler ki.

Şehirden alacağımı aldım artık gerisi sizin olsun diyebilecek ruha eriştim mi ki ben? Aşık olduğum deniz burnumun ucundayken ve ben ona dokunamazken ne denli mutlu olabilirim? Ki ben platonik aşklardan nefret ederim. Sinema izlemek için kalkıp teee Fethiye’ye gitme fikri etkileyici mi gerçekten? Koskoca şehirde bile kafa dengi insanların özlemiyle yanıp tutuşurken orda bulma ihtimalim nedir acaba? Onca eşe- dosta, aileye rağmen offf çok yalnızım diye dolanan ben, oralarda Cuma’sını bekleyen Robinson mu olur acaba?

Tüm bunları sıralarken aslında cevap da ortaya çıkıyor. Ama en büyük hayalimin gerçekleşmesi bu denli yakınken, benim insiyatifimle tuzla buz olması inan içimi acıtıyo be bilog.

Not: Foto, yaptığım yamaç paraşütü sırasında pilot tarafından çekilmiştir. Ahan da burası Kaş!






4 Ağustos 2010 Çarşamba

Tatilden dünyaya


Başlıktan da anlaşılacağı üzre , ayıptır söylemesi tatildeyim. 10 gündür Kaş'tayım, 4-5 gün daha buralarda olacağım. Ne işin var kızım buralarda diyeniniz olabilir ama cidden darlandım biraz. Yazıp rahatlamam lazım acilen.

Tatil ekibim kız kardeşim Suelın, onun eşi ve benim en eski arkadaşlarımdan biri olan Cilvenaz'dan oluşuyordu. Cilvenaz pazartesi işe başlayacağı için pazar gecesi atladı gitti Ankara'ya. Gitti ama, arkadaşlığımızı  da buraya gömdü gitti.

Efenim biz Cilvenaz'la 2 gün evelden gittik Kaş'a, kardeşim ve eşi sonradan geldiler. Her neyse ilk gece dışardayız, bu en olmayacak adamla tanıştı, abayı o dakka yaktı. Eleman buradaki hatırı sayılır bir restoranın sahibibinin oğlu. Baba parası yiyen, evli olduğu halde sezon sonuna kadar skor tutan, süzme cahil, alkolik bi tip. Cilvenaz bebeyi gördü, sanki o an başka adam kalmamış gibi, evli olduğunu bilmesine rağmen o gece elemanla beraber oldu. Ben 4 senedir yılda en az 2 kere Kaş'a giderim, ve ablam da orada yaşadığı için kim kimdir, kimle ne yaşanırı öğrendim. Çoğunu da acı tecrübelerle tabii. 

Bunlar havlet oldular ben de rahatladım, bebe bunun götünde dolanıp beni de huzursuz etmeyecek diye. İlk gece alacağını aldı nasıl olsa, next  diyip yoluna devam eder dedim. Ama nerdee anacım, ben çocuktan endişelenirken bizim Cilvenaz adamın peşine düştü mü. Ama öyle böyle değil, bebe bunla görünmek istemiyo ya, restoranının önünden geçiyo, elinde telefon habire mesaj çekiyo, arıyo. Kız bildiğin leyla gibi Kaş'ın meydanında süzük süzük dolanıyo. 

Kızı kenara çektim , uyardım. ' Bak yavrum tatlı bir tatil macerası yaşamak istiyosan eyvallah, yarasın. Ama sen olayı duygusallık boyutunda ele alıyosan yanarsın. Burda yaşanan burda kalır, ötesi bişey bekleme' diye. 'Tabi canım, bilmez miyim' dese de yok anacım kız değişmedi. Gündüz elinden telefon düşmüyo, onun restorana yakın plajlara gitmek istiyo ki arada bi kaçıp hayta herifler gibi uzaktan sevdiceğinin izlesin diye. Bi süre sonra Cilvenaz dış dünyayla bağlantısını kesti, bedenen yanımda ama ruhen uçtu gitti. Lan hani ne şahane tatil yapacaktık, ortamlardan ortamlara akacaktık, en önemlisi gavur herif yapacaktık. Hayır eyvallah özgür kadın gitsin elbette ama, gece komaya girecek kadar içip meydanda bebenin gözünün önünde masada bilinci kapalı yatarken yine ben koşturuyorum  imdadına .

Bi gece o kadar korkunç bi halde buldum ki onu anlatamam. Hiç tanımadığım insanlar Cilvenaz'ı taşımama yardım ettiler eve kadar. Benim kafa da iyi olmasına rağmen tuvalette saatlerce saçını tutup kusturtmaya çalıştım. Bi ara dengemi kaybedip düştüm, duşakabinin o basamağına kafayı çarptım. Acı içinde yerde kıvrandım, kalkamadım. Cilvenaz da dengesini yitirdiği için yerde ölü gibi kaldı bir süre. Gece boyu başındaydım. Ağlaya ağlaya herifi sayıkladı, hatta aradı bile, ama eleman gelmedi. Karısının koynundaydı zaar, yada başka bir skor peşindeydi.

Tatil gitgide tatsızlaşmaya başladı tabi. Cilvenaz bacağına sıçacağımı bildiği için haber vermeden kaçıp gitmeye başladı. Bu evli bebenin kankası da, benim eski kırıklardan biri. O da piçtir, ama sarhoş da olsa bana evlenme teklif ettiği için yeri bi nebze ayrıdır. Herneyse benim eski kırıkla biraraya gelmemeye çalışıyorum ben, biliyorum ki yine bişey olcak ve ben berbat hissedecğim. Ama ne zaman Cilvenaz'ı bulsam, yanında yöresinde bu da oluyo. 

Ben kendimi Cilvenaz'dan soyutlasam da, o benim eski kırıklardan kendini bir türlü soyutlayamadı. Bir zamanlar dibimin fazlasıyla düştüğü bi eleman vardı, Cilvenaz yanımdayken biraz oturup laflamıştık. Aa bi baktım Cilvenaz o bebeyle de olmuş mu kanka. Yanımda yöremde ne kadar herif varsa elden geçircek gibi davranmaya başladı resmen.  

Benden kaçıp gidiyo ya, bi saat sonra meydanda dolanırken bi bakıyorum, ya benim dibmenle yada benim eski kırıkla. Lan ufak ufak midem bulanmaya başladı. Hayır madem evli bebeye yanıyosun, ölüyosun, benim eskilerle napıyosun. Tamam çitleyip atmış olabilirim ama onlar hala benim tekelimde lan.

Artık gitmeden evel son gecesinde bu gene firardayken mesaj attım. 'Nerdesin, sıkıldım ben geliyorum' diye. Bu da gelme falan yaptı bana. Bu gene darlandı heralde diye düşündüm, aradan 1 saat geçti, sigara almak için meydana inerken redin önünde bi baktım bu. Benim eski kırıkla başbaşa. Kan beynime sıçradı o an, ikisininde o an ciğerini söküp absoulutlarının içine burn diye atasım geldi. Ama yapamadım, sadece pis pis bakıp geçtim gittim yanlarından. Gider gitmez mesaj attım, 'lan yuh nası bi karıymışın, doymadın anasını satim' diye. Bu cevap verdi, 'zaten canım sıkkın sanita ya, bide sen üzerime gelme' diye. Abi iyice gözüm döndü mü. 'Bana ne senin moralinden sikik, teselli için benim kırıkların kollarına mı atlayacaksın' diye. Bu hemen aradı, 'valla benim evliye gıcık oldum, karısını yollamış gece onla olcam, ama benim yanıma bi türlü gelmiyo sanita' diye. 'Lan bana ne, ne bok yemeye gelme dedin o zaman bana, benim kırık mı senin kankan' diye. Konuşma bağrışmaya, bir süre sonra da ben tarafından paso küfüre dönüştü. 

Gece boyu Cilvenaz da, benim kırık da aradı ama hiçbirine cevap vermedim. Eve gidip yatakta hüngür hüngür ağladım. Ve sonra Cilvenaz'a mesaj çektim. 'Eşyalarını ben yokken topla, bir daha yüzünü görmek istemiyorum, anahtarı paspasın altına bırakıyorum' diye. O gece Cilvenaz eve gelmedi, sabah plaja giderken anahtarı aynen dediğim gibi paspasın altına bıraktım, akşam döndüğümde eşyalarını toplamıştı. 14 yıllık arkadaşlık burada bitti.

Daha yazacak çok şey var, ama zaman yok. İçmem gereken çok alkol var. Sadece sarhoş olmak istiyorum, yalnızlığım bir tek o zaman yüzüme yüzüme vurmuyor.